Neden kitap okuyoruz? Keyif için mi, bir şeyler öğrenmek için mi, kendimizi geliştirmek için mi yoksa düşünmek için mi? Bu kitap bunların hepsini karşılıyor. Gerçek bir öğretici roman. Bu yıl, geçen yıl hatta son beş yıl içinde okuduğum en iyi kitapları listelesem, hepsinde ilk üçe girecek bir kitap bu. Yavaş yavaş, sindirerek, hazmederek okunmalı. Çünkü her satırından zekâ, bilgi ve emek akıyor bu kitabın.
Kitabın incelemeye başlamadan önce kitaptaki karakterleri anlatmam gerekiyor.
Friedrich Nietzsche : Henüz tanınmayan ama ilerde tanınacağına inanan, yalnızlığı kendine yol seçmiş bir filozof. Ciddi migren rahatsızlığı var ve bundan şikâyet etmiyor. Beni öldürmeyen şey güçlendirir deyip hastalığını bir nimet olarak adlandırıyor. Hatta bu sancıları beynindeki fikirlerin doğum sancıları olarak görüyor. Çok sabırlı, benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler, bazı filozoflar ölümden sonra doğar diyecek kadar inanmış biri. Kendini varoluşun karanlık yüzünü görmeye adamış. Bu sebeple ödediği bedellerden şikâyet etmiyor. İdealleri uğruna ailesiz, arkadaşsız hatta vatansız kalmış biri. Ancak kabul etmek istemese de bu durum onu içten içe yıkmakta. “Yer yok, yurt yok” diye sayıklıyor migren sebebiyle kendinden geçtiğinde.
Josef Breuer : Viyanalı Yahudi bir doktor. Bir tanı dehası. İç kulağın denge sağlamadaki işlevini bulan adam. Bir insanın sahip olmak isteyebileceği her şeye sahip; güzel bir aile, para, şöhret, itibar…Ancak bütün bunlara rağmen mutsuz bir insan. Varoluşsal sıkıntılar yaşıyor. Kendi ifadesiyle neden ve nasıl yaşayacağını bilmiyor. Ümitsizlik batağında.
Sigmund Freud : Genç bir doktor. Meraklı ve araştırmacı.
Josef Breuer’in yakın dostu. Bunula birlikte Breuer Freud için bir öğretmen ve bir baba.
Josef Breuer’in açtığı psikanaliz yolunda ilerliyor.
Lou Andreas-Salomé : Özgür ruhlu genç bir Rus kız. Aristokrat bir aileden gelmekte. Aşırı başına buyruk ve kendini kimseye bağlamamakta. Nietzsche’ye ihaneti tattıran kişi.
Herşey Dr.
Lou Andreas-Salomé’dan gelen bir mesajla başlıyor. Mesaj çok kısa: Alman felsefesinin geleceği sallantıda. Yarın sabah dokuzda görüşmemiz gerek”. Salome, Breuer ile buluştuğunda ona
Friedrich Nietzsche diye bir filozofun çok hasta olduğu ve ona yardım edilmemesi durumunda Avrupa’nın çok önemli bir düşünürü kaybedeceğinden bahsediyor. Ancak
Friedrich Nietzsche çok inatçı ve zor biri. Bu sebeple bazı dostları araya sokup onu tedaviye ikna ediyorlar ve asıl hikâye bundan sonra başlıyor. Breuer ile
Friedrich Nietzsche arasındaki ilişki, doktor hasta ilişkisinden çok bir satranç mücadelesi gibi. Bir yanda Breuer’in kararlılığı, diğer yanda Nietzsche’nin ketumluğu ve inatçılığı. Kimin kimi tedavi ettiği de karışık. Breuer mi Nietzsche’yi tedavi ediyor yoksa Nietzsche
Josef Breuer’i mi tedavi ediyor ya da aslında karşı tarafı kullanıp kendi kendilerini mi tedavi ediyorlar sayfalar geçtikçe anlaşılıyor.
Zira
Friedrich Nietzsche arasındaki her seans ayrı bir hayat dersi niteliğinde. Zira her seansta felsefenin, psikolojinin, rüyalar aleminin karanlık dehlizlerine girip bir şekilde çıkmaya bazen de birbirlerini bu dehlizlerin daha da derinlerine itmeye çalışıyorlar. Acı çekerek en kutsal değer olarak gördükleri hakikate ulaşmaya çalışıyorlar. Zira özgürlüğün yolu kendinle hesaplaşmadan ve kendin olmaktan geçiyor. Bu seanslar sonunda ister istemez ikisinin de insani özellikleri, takıntıları, problemleri, bilinçaltındaki acıları ortaya çıkmaya başlıyor.
Kitapta bahsedilen
Josef Breuer ile Nietzsche arasındaki ilişki kurgusal olsa da anlatılan diğer tüm hikayeler ve nakledilen mektuplar gerçek. Mesela Doktor
Josef Breuer’in uzun süre sıkıntı yaşamasına sebep olan hastası Bertha Pappenheim İle olan ilişikisi gerçekten yaşanmış. Zira kitapta da önemli miktarda yer işgal eden bu hikâyeye göre; dünya tarihinde ilk kez Breuer tarafından psikoterapi uygulanarak iyileştirilen Bertha ile doktor-hasta ilişkisinden daha samimi bir ilişki olduğu hatta bu ilişki yüzünden
Friedrich Nietzsche ’yi at gibi sürüyormuş şeklinde çekilen fotoğrafını internette bir arama yapınca kolaylıkla bulabilirsiniz.
Yazar
Irvin D. Yalom çok başarılı bir psikiyatrist. Bu alanda yazdığı birçok bilimsel eser var. Zamanında Kabalcı Yayınevi bunların birçoğunu basmıştı. Roman yazma konusunda da oldukça başarılı. Kendi deyimiyle öğretici roman konusunda zirve yapmış diyebiliriz. Tek sıkıntı bu türde az sayıda kitap yazmış olması.
Yukarıda belirttiğim gibi insanı düşündüren hatta belki biraz da huzursuz eden bir eser. Ama yaşanan bu huzursuzluk adına seviniyorum, demek ki kitaptan bir şeyler öğrenmişim. Dikkatle okunması gerektiği için bir parça yoran da bir kitap. Ama sonuna kadar okunmayı hak ediyor.
Akıl teri döktüren cinsten kitap 🤯
Yakıcı kitap 🔥 pre-frontal cortex i açar esnetir 👍🏻 Favorilerim arasında her zaman. Mutlaka okunmalı
Elinize sağlık güzel inceleme olmuş 🙏🏻