Gönderi

Tupra'yla yalnız başımıza trenle Edinburg'a giderken, Stevenson'ın Güney denizlerinde, Apemama'da ölümüne yakın yazmış olduğu, "çatık kaşlı kentimiz"e karşı tuhaf ama gerçek bir nostaljiyle dolu dizelerini yüksek sesle okumuştum ona: "kış mevsiminin patlayan rüzgârları, yağmur salvoları, karın ender, özlenen sessizliği, miskin sabahlar, bezgin günler, geceler, kentin pis gece büyüsü, hatırlar mısınız? Ah, unutabilse insan," diyordu, bu hazin manzarayı gerçekten özleyerek. Biraz daha ileride devam ediyordu: "Kapanan gözlerimin ışığı solup tükendiğinde, tıkanan kulaklarıma aşkın sesi manasız geldiğinde, hangi ses ulaşacak, amansız kentimizde rüzgârın eski çığlığından başka? Hangi görüntü canlanacak, gençlik boşluğunun ayak sesleriyle ve hoşnutsuzluğun, esrimenin, umutsuzluğun sesiyle dolu görüntüsünden başka?" Bir başka şiirde aynı ruh hali sürüyor, o ısrarla aradığı uzak, sıcak denizleri küçümsüyor, Edinburg'un "vahşi iklimi"ni müthiş özlüyordu: "Haritası çıkarılmamış bir deniz gezgin evladı sarmalar, ışıksız bir adaya nafile hapseder. Ölü nesillerin sesi uzakta oturmuş bana seslenir, kalkıp ayak izlerimi takip ederek hızla geri döneyim ve değişimleri noktalayarak o ölüler kentinde uzanıp yatayım diye." İşte bu dizeleri okudum, elbette kendi dilinde, Tupra'nın ve dizelerin dilinde: "The belching winter wind, the missile rain, the rare and welcome silence of the snows, the laggard morn, the haggard day, the night..."
Sayfa 174 - VI GölgeKitabı okudu
·
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.