Gönderi

"Bunlar yaradılıştan suçludurlar. Mizacıyla kıyıcı olmak suçudur bu..." Durakladı, gözlerini arkadaşından kaçırdı. "Abdülkerim de bunlardan değil mi?' diyeceksin. Evet, bunlardan, ama bana baştan sona bağlı kalmıştır. Katamam onlara... Politikacılığın en utanmaz, en güçlü, aynı zamanda en ayıp, en de güçsüz yönü burasıdır." Bir sigara yaktı. İçini çekti: "Semra Hanım'ın konağında bunaldım bir ara, teslim olmayı ciddiyetle düşündüm. Gazetelerde büyük gürültü başlamamıştı bizim için... Nedir önleyen bilir misin? 'Hükümetin bu suikast işinden haberi varmış... Neden beni çağırıp önlemeyi teklif etmedi? Hiç değil, ağzımı arayıp durumumu anlamak istemedi?' diye düşündüm, 'Geri dur, kör müsün, gözden çıkardılar seni!' dedim. Haklıymışım. Mahkemenin adaletine, kanundan ayrılmazlığına güvenemedin mi, savunma söz konusu olamaz. Çünkü hiçbir sözün, delilin, vesikanın değeri yoktur. Bütün çabalamalar maskaralıktır. Sıkışınca böyle suçları işlemeye yatkın olduğumuzu bilir karşımızdakiler. Hiç duraklamayacağımızı, yılmayacağımızı da bilirler. Politikadan vazgeçemeyeceğimizi, bu yüzden er geç mutlaka çatışacağımızı... Teslim olsaydım, biricik savunu dayanağım neydi benim? Cavit'in evindeki toplantı, burada verilen karar... O da suç delili sayılıyordu. Fazladan, arkadaşlar, suikastın baş kışkırtıcısı, baş destekleyicisi olarak beni sürmüşlerdi öne, birbirlerine cesaret verebilmek için..." Sigarayı hınçla içti. "Onların şimdi bizim için neler düşündüğünü bilirim ben... Bizim ömrümüz, bütün suçlarımızı muhaliflerimize yüklemekle geçmiştir. Büyük politika sandık bunu... Yatkınmışı, alıştık. Daha beteri, en suçlularımıza, en utanmazlarımıza uyarak, doğru söyleyenlere, hiçbir suçu olmayanlara diş biledik yıllarca... Giderek muhaliflerimizle aramızdaki ilintileri hırsızlarımız, alçaklarımız, manyaklarımız belirleyip denetler hale geldi. Bu heriflerin ne kadar rezil, ne kadar işe yaramaz olduklarını... Ne demek işe yaramaz! Tersine, kancıklıklarını... Aptallıklarını... Çalıp çırptıklarını bile bile, muhaliflerimizi en alçak iftiralarla karalamalarını beğeniyorduk, sırtlarını sıvazlayarak kışkırtıyorduk, mükâfat olarak da çalmalarına, namussuzluklarına göz yumuyorduk. İstiklal Mahkemelerinin çoğunlukla bizim ikinci takım döküntülerinden kurulması rastlantı değildir. Böyle işlere yatkınlığımız, sınavlara vurulmuş, ölçüp biçildikten sonra iyi değerlendirilmiştir. Biz her çeşit savunuyu suç saymışızdır. Bu yol, muhaliflerini gerçek suça itelemek yoludur. Varılmak istenen yer de, muhalifsiz hükümet etmek... Çok düşündüm, muhalefetsiz hükümet etmek isteği, devleti alet ederek, hiçbir ceza korkusu duymadan bol bol suç işleme zevkinden geliyor. Ceza görmemek güvenini sağlayıp keyfince en namussuz suçları işleyeceksin... İşte insanoğlunun düşebileceği en sefil çirkef çukuru... Bir kez bu yokuştan teker meker kaymaya başladın mı, olduğundan yüz kat, bin kat kıyıcı kesilirsin. Canavarlaşırsın. Her an alçaklık etmekten artık kendini çekemezsin! Önüne çıkanları, bir korkulu rüyada, karakancalostan kurtulmana biricik engel görürsün. Ezmeden geçemeyeceğine inanırsın. Kızarsın. Kızmaktan da öte bir şeydir bu... Kızmak insancıl bir duygudur. Oysa artık sen insanlıktan çıkmışsındır! Bir toplum düşün ki, orda adam öldürmeye, hem de çoğu suçsuz adam öldürmeye SIYASET deniyor. Bu yüzden bizde yiğitliğin on şartı vardır: Dokuzu kaçmak, biri hiç görünmemektir. Anladın mı, neden teslim olmak yazılı değildir bizim kitapta? Bizde kurtuluş, teslim olmak zorunda kalacağın yere düşmemektir. Birkez buraya sürüklendin mi..." Par- mağını kaldırdı. "Zagona mertçe uyacaksın! Bunun zagonu, yarıp çıkmaktır. Baktın yolu yok... Gürleyip gitmek..." Birden elini beline atarak hızla döndü. "Suuuuuusss..."
Sayfa 210Kitabı okudu
·
75 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.