Gönderi

Ruhumuz ve bedenimiz, atalarımızda da olan bireysel öğelerden oluşur. Bireyin ruhundaki "yenilik" çok eski öğelerin sonsuz değişimlerinden biridir. Bu nedenle, ruhun ve bedenin yoğun bir biçimde tarihsel nitelikleri vardır ve bunlar bir varlık dünyaya geldiğinde, kendilerine bu yeni şeyin içinde yer bulamazlar, yani atalarımızdan gelen nitelikler bu yeni şeyle tam uyum içinde değildirler. Günümüz ruhu çağdaş olduğunu savunsa da, insanoğlunun ne Orta Çağ'la ne Antik Çağ'la ve ne de ilkellikle işi bitmiştir. Buna karşın, bizi köklerimizden uzaklaştırdıkça artan bir gelişme seline kendimizi kaptırdık gidiyoruz. Çoğu zaman, geçmişten kopmak geçmişi yok etmek demektir. Böyle olduğunda ileriye doğru gitmekten başka bir olasılık kalmaz. Oysa medeniyetimizin getirdiği "hoşnutsuzluk" köksüzlüğümüzün ve geçmişle bağlantımızın yitmesinin sonucudur. Sürekli bir telaş içinde, evrimsel geçmişimizin henüz yakalayamadığı günümüzden çok gelecekte ve onun getirmeye söz verdiği hayal ürünü bir altın çağda yaşıyoruz. Giderek artan bir verimsizlik duygusunun, hoşnutsuzluğun ve huzursuzluğun kamçısıyla, düşüncesizce yeniliklere doğru koşuyoruz. Elimizdekilerle yetinmeyip verilen sözlerle yaşıyor, günümüzün ışığı yerine, sonunda bize uygun bir güneşin doğacağını umut ettiğimiz geleceğin karanlığında yaşamayı yeğliyoruz. Bilimin en parlak buluşlarının bize getireceği ürkünç tehlikeleri bir yana bıraksak bile, daha iyi bir şeyin, her zaman çok kötü bir bedeli olduğunun bilincinde değiliz.
·
31 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.