Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

255 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
Gün Ortasında Karanlık İncelemesi
2023 yılında okuduğum kitapların neredeyse hepsini beğendim.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında Karanlık
da beğendiğim kitaplar listesine girdi. Gerçekten de çok iyi bir hapishane romanı veya politik bir roman da diyebiliriz. Öncelikle kitabın yazarı
Arthur Koestler
Arthur Koestler
’den bahsetmek istiyorum. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Macaristan’da doğdu. Alman Komünist Partisine üye oldu daha sonra bu partideki üyeliğinden istifa etti. Bir kez tutuklandı, İspanya İç Savaşı sırasında Franco’cular tarafından. 2.Dünya Savaşı sırasında da toplama kampına alındı. Buradan da sağ çıkmayı başardı. Daha sonra İngiltere’ye geçip İngiliz vatandaşı oldu. İngiltere’deyken İstihbarat Bakanlığında propaganda yayınları üzerine çalıştı.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında Karanlık
kitabını 1941'de yayınladı. Ancak en çok bilinen eseri bir edebiyat kitabı değildir.
13. Kabile
13. Kabile
benim de okuduğum en başarılı araştırma kitaplarından biridir. Deyim yerindeyse yer yerinden oynatmıştır.
13. Kabile
13. Kabile
halen daha tartışılan bir kitaptır. Zira kitaptaki iddiaları dünya tarihini değiştirebilecek türden iddialardır. Yazarla tanışmama vesile olan kitaptır aynı zamanda.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında Karanlık
’a geçecek olursak ismi verilemese de hikaye Sovyetler Birliğinde geçmekte. Kitabın kahramanı Rubashov sosyalist devrimde etkili bir rol oynayan fikir babalarından biridir. Rubashov, Parti Merkez Komitesi eski üyesi, eski Halk Komiseri, Devrim Ordusunun 2. Bölüğünün eski komutanıdır. Aynı zamanda Devrim Nişanı sahibidir. Bu dokunulmaz adamın hayatı, bir gece iki polisin evine gelip onu tutuklamasıyla dokunulur olmuştur. Kabus başlamıştır Rubashov için. Rubashov bir yandan sorgu yargıcı tarafından sorgulanırken bir yandan da hem kendini hem de devrimi sorgulamaktadır kendi içinde. Hakkında bir sürü iddia vardır ve birçoğu asılsızdır. Muhalefet etmek, 1 Numaraya (kendisi Stalin’dir) suikast tertiplemek, diğer ülkelerle iş birliği yapıp rejime zarar vermek…Bunları okuyunca aklıma Balyoz, Ergenekon süreci geldi. Orada da birçok insan ipe sapa gelmez iddialarla içeri atılmışlardı yıllarca. Bu arada Rubashov da sütten çıkmış ak kaşık değildir. Kız arkadaşı Arlova tutuklanıp idama götürülürken kılını dahi kıpırdatmamıştır. Ya da kendisi gibi muhalif olan Robert’ı yüz üstü bırakmıştır. Bir birey olarak Rubashov yaptıklarının vicdanen rahatsızlığını hissederken, rejimin böyle dertleri yoktur. Hatta vicdan yok edilmesi gereken bir düşmandır. “…yufka yürekli, duygusal kişiler bir işe yaramadıklarından bir yana itilmeye, hareketten atılmaya, yalnızlığa ve karanlığa mahkûm edilmeye müstahaktılar.” S.40 Rejim için bireyin bir önemi yoktu. Sadece sorun çıkarmadan işlerini yapması, düşünmemeleri, sorgulamamaları hatta tüm insani değerlerini bir kenara bırakmaları bekleniyordu. 247. sayfada bakın nasıl açıklanmış bu durum: “Parti, bireyin özgür iradesini reddediyor, ama aynı zamanda ondan sınırsız bir özveri talep ediyordu. Bireyin iki seçenekten birini tercih yetisini inkâr ediyor, ama aynı zamanda onun her seferinde doğru seçim yapmasını bekliyordu. Bireyin iyiyi kötüyü ayırt etme gücünü inkâr ediyor ama aynı zamanda, suçtan, ihanetten söz ediyordu.” Rejime göre en önemli unsur toplumdu. Bireyin bir ruh olarak hiçbir önemi yoktu rejim gözünde. Sadece gereksinim olan işleri gören bir kas kütlesi…Kitabın 247. sayfasında yapılabilecek en net açıklama ile bu durum anlatılmış: “Birey ‘bir milyon kişinin bir milyona bölünmüşü’ olarak tanımlanıyordu.” Hatta birey toplum için düşünmeden feda edilebilecek bir değerdi. “Toplumsal amacın her yolu haklı kıldığı gerçeğinden hareket ederek, bireyin her açıdan topluma tabi olmasını, hatta uğruna feda edilmesini öngörüyor; buna izin vermekle kalmıyor yalnızca, kesinlikle gerektiğini açıklıyor. Yani, toplum bireyi bir deneyde kullanılan tavşandan ya da kurban edilecek bir kuzudan farklı almıyor ele.” S.155 Rejim çelikten bir kale kurmuş ne içeriye kimseyi almakta ne de içeriden kimsenin çıkmasına müsaade etmektedir. En büyük paranoya ise bu kalede bir gedik açılmasıydı. Bu sebeple rejime muhalefet eden ya da muhalefet etmese bile rejim tarafından bu şekilde görülen bir kişinin cezası hemen kesiliyordu: İdam, yani rejimin deyişi ile “fiziksel tasviye”. İdam kelimesi rejim tarafından asla kullanılmıyordu. “Muhalefete karşı duyulabilecek herhangi bir sempati ya da acıma ülkemiz için bir tehlikedir.” S.230 “Bireyin güdüleri onun için önemsizdi. Bireyin vicdanı onun için önemsizdi, bireyin kafasından, kalbinden geçenlere de hiç mi hiç aldırmazdı. Partinin bildiği tek suç vardı: Çizilen yoldan sapmak. Bunun da tek bir cezası vardı: Ölüm. Hareketin işleyişi içinde ölüm hiçbir gizem taşımıyordu; yüceltici bir yanı yoktu. Düz mantık söz konusuydu burada, politik görüş ayrılıklarının sonu ölümdür. “S.76 Kafalarında kurdukları ütopya ile sosyalist devrim mücadelesi yapan Rubashov ve arkadaşları, devrim gerçekleştikten sonra onun ilk kurbanları olmuştu. Rubashov diğerlerinden biraz daha şanslıydı. Nihai sona diğerlerinden daha geç ulaşmıştı çünkü. Peki rejim daha doğrusu Stalin neden bu eski silah arkadaşlarına düşman olmuş, birer birer hepsini ipe götürmüştü? Cevap çok basit; eski devrimciler düşünen insanlardı. Düşündükleri için devrimci olmuş, bu yolda sonuna kadar ilerlemişlerdi. Ama artık rejim ya da Stalin düşünen insan istemiyordu. Ona sadece itaat eden insan gerekiyordu. Bu sebeple rejim eski tüfekleri teker teker bertaraf etti; öldürdü, hapse attı, sürgüne gönderdi ya da gulaglarda çürüttü. Rubashov ise yoldan neden bu kadar saptıklarına bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Hayalini kurdukları ütopya koskoca bir distopyaya dönüşmüş, önüne çıkanı yutmaktaydı. “Amaçlarımız saf ve kesindi, halk tarafından sevilmemiz gerekiyordu. Ama bizden nefret ediyorlar. Neden böylesi bir dehşet, tiksinti uyandırıyoruz. “ s.50 “Size gerçeği getirdik biz, ama ağzımızdan yalanmış gibi çıktı. Size özgürlük getirdik, ama elimizde kırbaç gibi göründü. Size capcanlı bir hayat getirdik, ama sesimizin duyulduğu her yerde ağaçlar kavruluyor, kuru yaprakların hışırtısı kaplıyor ortalığı. Size geleceği vaat ettik, ama dilimiz dolandı, kekeledik, havladık...” S.50 Rubashov işlerin nasıl böyle ters gittiğine akıl erdiremiyordu. Hapishanede kaldığı süre boyunca bunu düşünüp durdu. Nerede hata yapılmıştı? Sonunda sarkaç teorisini ortaya çıkardı. Yani teoriye göre yığınlar sürekli ileriye yani gelişmişliğe doğru hareket etmezler. Mutlakiyetten demokrasiye, demokrasiden bir kez daha mutlakiyete dönebilirler. Bu dönüşler yığınların olgunlaşması ve kendi çıkarlarının farkına varması ile orantılıdır. Sosyalizm ise hatayı, yığınların bilinçlenme düzeyenin hiç duraksamadan ve hep aynı hızla yükseldiğine inanmakla yapmıştı. Devrim için halkın yeterince olgunlaşmadığını Rubashov şu şekilde açıklamakta: “Belki de devrim vaktinden önce gerçekleşmişti, kolu bacağı gelişemeden ana rahminden alınan canavar bir bebekti belki” S. 249 Sosyalist rejimde iktidarı ele geçirenler ise onu korumak adına her yolu mazur görmekteydi. Pervasız bir Makyavelizm uygulamaktaydılar. En adi davranış olarak görülen ihbarcılık, gammazlık gurur duyulan davranışlar olarak görülmeye başlanmıştı. “Dostlarımıza ihanet etmekten, düşmanlarımızla uzlaşmaya varmaktan çekinmedik kaleyi korumak için.” S. 229 “…kritik dönüm noktalarında eski kural aynen geçerlidir: İyi sonuca ulaşmak için her yok mübahtır. “S.98 “Devâsâ bir polis örgütü kurduk, ihbarcılığı ulusal bir kurum haline getirdik, fiziksel ve ruhsal işkenceyi ince, rafine bir bilim haline getirdik.” S.157 İktidar uğruna kitlesel ölümler gayet normal gözükmekteydi. Sorgu yargıcı Ivanov ile Rubashov arasındaki diyaloglar aslında itiraftırlar. Bireyleri hatta kitlelerin önemi olmadığı, önemli olanın rejimin ayakta kalması gerektiğidir. “Her dediğimizi o kadar iyi yaptık ki, adil bir toprak paylaşımı yapacağız diye bir yıl içinde beş milyon çiftçi ailesinin açlıktan ölmesine bile bile razı olduk. Her dediğimizi o kadar iyi yaptık ki, insanları endüstriyel sömürünün kelepçelerinden kurtarmak adına on milyon kişiyi kutup bölgelerine ve doğudaki vahşi ormanlara zorunlu işçi olarak, eski zamanların forsa mahkûmlarından farksız koşullar altında çalışmaya gönderdik.” S.156 “Her yıl milyonlarca insan salgın hastalık ya da başka doğal afetler neticesinde anlamsızca ölmüyor mu? Tarihin gördüğü en önemli, en umut verici deney uğruna birkaç yüz bin canı feda etmekten kaçınmamız mı gerek?” s.159 Rubashov kendisini bekleyen kaçınılmaz sona doğru ilerlerken, rejim bir tehlikenin daha bertaraf edilmesinin rahatlığını yaşamaktaydı.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında Karanlık
tarz olarak
1984
1984
’e çok benzese de
1984
1984
’e göre çok daha etkili bir kitap. Zira
George Orwell
George Orwell
sosyalist rejime dışarıdan bakıp etüt ederken
Arthur Koestler
Arthur Koestler
bizzat bu rejimi yaşamıştır. Dolayısıyla
Arthur Koestler
Arthur Koestler
aslında yaşananları aktarmıştır. Kitap gerçekten sizi bir Sovyet hapishanesinin içine sokuyor. Rubashov’un yaşadıklarını siz de yaşıyor gibi oluyorsunuz. Soğuk hapishane duvarlarını hissedip, Rubashov’un ağrıyan dişinin acısını paylaşıyorsunuz. Ne olursa olsun bu işkencenin bir şekilde bitmesini siz de istiyorsunuz.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında Karanlık
özellikle politik eserlerden hoşlanan arkadaşların çok beğenebileceği bir eser. Sovyet rejiminin eksikliklerini (kaldı ki bu eksiklikler batmasına sebebi oldu) tespit etmesi açısından da oldukça kıymetli. Kitap 1940’larda yayınlanmış. Aslında Sovyet rejimin tepesindekiler bu kitabı okuyup bir takım dersler çıkarmış olabilseler, rejimleri daha uzun süre ayakta kalabilirdi.
Gün Ortasında Karanlık
Gün Ortasında KaranlıkArthur Koestler · İletişim Yayınevi · 2019416 okunma
··
535 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.