Aslında daha en baştan Sevil Abla'nın önyargıların acımasızca kurbanı olduğunu anladım . Benzer bir olayı hatırlattı bana. Bizim bir kaç mahalle aşağıda bir teyze vardı, çocukları da vardı. Her akşam evden çıktığı geç saatlerde geldiğini kötü şeyler yaptığını konuşurdular çok muhterem mahalle sakinlerimiz. Bende o zamanlar ayakkabı boyacılığı yapıyorum sanırım 13-14 yaşlarındaydım ilk defa çok uzağa hiç bilmediğim bir yere gittim ve çok geç kaldım eve gelirken hava çok kötü hem rüzgar var her taraf kara kara bulutlar arada şimşekler derken korkuyorumda , sırtımda boya sandığı önümde bir kadın gidiyor ağaç diplerinden yol kenarlarından ,çöplerden kola tenekleri ve plastik şeyler topluyordu. Göz göze geldik tabiki ben tanımıyorum sadece adını duymuştum. Daha sonra birgün çocuklarıyla pazarda gezerken gördüm işte iki kişi bu kadın diye işraret ederek yollu işte her akşam gidiyor falan , nereye gittiğini,nerede çalıştığını bilsek bizde giderdik falan konuşmalarından anladım ki herkesin yılan diline doladığı o kadın bu kadın diye. Nedense kimseye diyemedim , o kadın dediğiniz gibi biri değil ben gördüm akşamları ne için çıktığını. Herkesten namusuna dil uzatacaklarını bile bile gizlediği sırrını neden ben aşikar edeyim ki bu o dedikoduları yapanlarla beni aynı kefeye koyar diye düşünüp kimselere bir şey demedim, diyemedim. O günden beridir hiç peşin düşünmedim kimse hakkında hemen yargıda bulunmadım konuşmadım. Ve anladım ki ,herkesin namusu ve şerefi kendi iki dudağının arasındaymış. Söz kantardır insanı tartar ,fitne zamanı herkes konuştuğunda susarsan şerefin artar.