Alice Miller, ismini sıkça duyduğum bir psikanalist. Bu kitabıyla tanışmış oldum. İlgisi olanlar için muhteşem bir kitap. Kitabın anlatmak istediği en temel konu, gerçek kaygı ve duygularımızın inkarının bedenlerimiz üzerindeki etkileri. Bastırılan her duygu bize psikolojik veya fiziksel olarak bir şekilde hasar olarak yansıyor. İster kabul edelim, ister inkar. Kendi travmalarımızın, duygularımızın farkına varıp kabullenirsek ve bununla yaşamayı öğrenirsek sanırım ruhsal anlamda daha sağlıklı ilerleyebiliriz gibi algılıyorum. Tabii herkes de olacak diye bir durum yok. Ama bu kitapta özellikle önemli yazarlar üzerinden örneklerle ilerlemesi buna inanmamı güçlendirdi. Örneğin Proust’un bağımlılık derecesindeki anne sevgisi. Çocukluğuna bakıldığında, bir savaşın ortasına doğmuş ve o gerginlikte annesinden yeterince güven alamamış gibi gözüküyor. Çocukluğu boyunca annesi iyi geceler öpücüğü vermeden uyuyamadı. Ve sevgisini yeterince hissemedi. Ve geçirdiği bir astım krizi sonucu yaşamını yitirdi, hem de kitabını bitirdikten 2 ay sonra. Ya da Dostoyevski, epilepsi nöbetleri ile gaddar babasının ilişiği. Kafka’nın anne-babasından çektikleri ile tüberküloz ilişiği. Virginia Woolf’un depresyonu ile çocukken üvey kardeşlerinin c*nsel istismarına uğramasının ilişkisi.
“Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız.”
Sonuç; Çocukluk önemli, bu dönemdeki ebeveyn-çocuk iletişimi önemli. Duygular bastırılmamalı ve bunlardan korkmamalı, acılar savuşturulmamalı. Bunu başarabilmek de marifet.