“Yaşamak mı, yoksa ölmek mi, mesele burada. Kör talihin sapanlarına, oklarına zihninde tahammül göstermek mi daha mertçe olur, yoksa kaygıların ummanına karşı silahlanıp onları yok etmek mi? Ölmek: Uyumak. O kadar! Bir uykuyla kalp üzüntüsünü, tabiatın bedene miras olarak verdigi bir acıyı sona erdiriyoruz diyebilmek, candan gönülden istenecek bir son olur. Ölmek, uyumak. Uyumak: Belki de rüya görmek! Ya, dert orada: Çünkü bu ölümsüz kalıbı üstümüzden sıyırıp attıktan sonra, ölüm uykusunda kimbilir ne rüyalar görürüz düşüncesi bizi durmaya zorluyor. Yaşamak felaketini uzatan, işte bu düşünce. Yoksa - insan bir hançerle kendi işini kendi halledebilirken - zamanın silIesine, hakaretlerine, zalimin haksızlıklarına, kendini begenmişin küstahlıklarına, karşılıksız kalan aşkın acısına, kanunun ihmaline, mevki sahibinin kibrine, sabırla gösterilen Iiyakatin değersizler elinde hor görülmesine kim tahammül ederdi? Meşakkatli bir hayatın yükü altında inleyip ter dökmeye kim razı olurdu? Ne çare ki, ölüm - sınırlarını aşan yolculardan hiçbirinin geri gelmediği o bilinmez ülke - ardında da belki bir şey vardır korkusu, zihnimizi şaşkın ederek bizi, bilmediğimiz musibetlere düşmektense içinde olduklarımıza tahammül ettiriyor”