Gönderi

Okuduğum en güzel kitaplardan biriydi.
Kazangap’ı öfkelendiren ikinci olay, Yedigey ve Ukubala’nın Kumbel’den gelip Boranlı’ya yerleşmelerinden yıllar sonrasına rastlar. Artık çocukları olmuş, büyümüş, Boranlı’ya kök salmışlardı. Bir bahar akşamıydı. Sürüleri ağıla kapatmış, koyun-kuzuların arttığını görüp memnun olmuşlardı. Yedigey şaka olsun diye Kazangap’a: -Ee, Kazake, sen ve ben zengin insanlar, kulaklar olduk. Yakında bir kere daha malımızı mülkümüzü alıp bizi sürmesinler sakın! dedi. Kazangap, Yedigey’e sert sert baktı, bıyıkları da diken diken oldu: -Sözüne dikkat et Yedigey! dedi. -Şaka yaptım Kazake, şakadan anlamaz mısın? -Bazı şeyler vardır ki onlarla şaka yapılmaz! -Ama Kazake, neredeyse üzerinden yüz yıl geçti bu olayın… -Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur… İşte, o gün Kumbel’den kalkıp Boranlı istasyonuna giderlerken, ileride bu gibi konuşmaların olacağını bilemezlerdi. Bu Boranlı macerasının nasıl sonuçlanacağını, burada ne kadar kalabileceklerini, kök salıp salamayacaklarını, başka yere göç edip etmeyeceklerini, Kazangap’ın onları getirdiği bu yerde koca bir ömür geçireceklerini de bilemezlerdi. Konuşma sırasında Yedigey, Kazangap’a cepheye niçin gitmediğini de sordu. Hasta mıydı yoksa? -Hayır, hasta değilim. Allah’a şükür sapasağlamım. Askere gitseydim savaşmakta kimseden geri kalmazdım… Mesele bambaşka idi… Kazangap ve Bike, Beşağaç’a gitmekten vazgeçip Kumbel’de kalınca, nereye gideceklerini bilememişlerdi. Açlık Bozkırı şimdi çok uzaklarda kalmıştı. Hem terkedip geldikleri o yere niçin döneceklerdi? Aral’a gitmemeye kararlıydılar. İşte o sırada, iyi bir insan olan Kumbel istasyon şefi bu karı-kocanın tavırlarını beğenmiş, onlarla konuşmuş, nereden gelip nereye gittiklerini, nasıl bir işte çalışmak istediklerini sormuştu. İşte bu şef, onları bir yük trenine bindirerek Boranlı istasyonuna gönderdi. Orada yapılacak iş çoktu ve karı-koca kendilerine uygun bir iş bulabilirlerdi. Hatta bir de tavsiye mektubu verdi ellerine. Gerçekten de bir iş buldular Boranlı’da. Ama ilk zamanlar çok zor geçti. Açlık Bozkırı’na göre bile daha ağırdı buradaki şartlar. Yine de dişlerini sıkıp dayandılar, sonunda alıştılar. Kazançları azdı, kıt kanaat geçiniyorlardı ama sürekli bir işleri ve başlarını sokacak bir evceğizleri vardı. Asıl görevleri yol bakıcılığı olsa da her türlü işi yapmak zorunda kaldılar. Kazangap – Bike çiftinin Sarı – Özek bozkırındaki Boranlı istasyonunda ilk yılları işte böyleydi. Doğrusunu söylemek gerekirse, biraz para biriktirince daha büyük bir istasyona ya da şehre taşınmak istemişlerdi ama, o sırada savaş patlak verdiği için bu planlarını gerçekleştiremediler. Savaş çıktıktan sonra Boranlı istasyonundan gelip geçen trenlerin sayısı birden çoğalmaya başladı. Doğrudan batıya yeni askerleri, batıdan doğuya yaralıları taşıyorlardı. Doğudan batıya tahıl, batıdan doğuya yine yaralılar… Boranlı gibi bozkırda yitip gitmiş bir yerde bile hayat çarkı daha hızlı dönmeye başlamıştı… Tren trene ekleniyor, makas açılsın, yeşil ışık yansın diye lokomotifler keskin düdüklerini öttürüyor, ayni şekilde karşı yönden gelen trenlerde sirenlerini çığlık gibi öttürmekte onlardan geri kalmıyorlardı. Bu ağır yüke dayanamayan traversler eğilip bükülüyor, raylar zamanından önce aşınıyordu. Yolun bir tarafında onarım biterken, hemen öbür tarafında yeni bir onarım işi çıkıyordu karşılarına. Soluk aldırmayan bir telaş başlamıştı. Dünyanın sonu gelmişti sanki. Nereden buluyorlardı bunca insanı? İnsan dolu katarlar birbiri ardınca hep batıya, cepheye gidiyorlardı. Günlerce, haftalarca, aylarca ve sonra yıllarca devam etti bu gelip gidişler. Batıda dünyanın bir yarısı öbür yarısı ile ölüm – kalım savaşı yapıyordu…
Sayfa 86 - Ötüken NeşriyatıKitabı okudu
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.