Gönderi

Karaçi dünyanın en kalabalık şehirlerinden biriydi. 1998 yılı itibarıyla dokuz milyondan fazla insanı barındırıyordu. Pakistan ekonomisinin kalbiydi ve bölgenin en aktif havaalanı ve limanlarından bazıları orada olduğu için önemli bir ulaşım merkeziydi. Şehrin ticari kesimlerinde her türlü standart kent konforu ve kalabalık sokaklar bulabilirdiniz. Ancak Karaçi aynı zamanda dünyanın en az yaşanabilir şehirlerinden biriydi. Karaçi halkının yüzde 60'ından fazlası gecekondu mahallelerinde yaşıyordu. Nüfusun yoğun olduğu bu mahalleler eski kartonlar, cüruf bloklar ve diğer atık malzemeler bir araya geti- rilerek inşa edilmiş derme çatma evlerle doluydu. Atık sistemi, elektrik şebekesi, temiz su tedariki yoktu. Hava kuru olduğunda sokaklar bir toz ve çöp yığınına, hava yağışlı olduğunda ise ça- murlu bir kanalizasyon çukuruna dönüşüyordu. Durgun su birikintilerinde sivrisinek kolonileri büyüyor ve çocuklar çöplerin arasında oynuyordu. Sağlıksız koşullar hastalıkların hızla ve geniş alanlara yayılmasına yol açıyordu. Kirli su kaynakları ishal, kusma ve karın agris salgınlarına neden oluyordu. Orada yaşayan çocuklar neredeyse üçte biri yetersiz besleniyordu. Bu kadar küçük bey alana bu kadar çok insan toplandığı için, virüs ve bakteriyel enfeksiyonların hazla yayılması işten bile değildi. Zaten Stephe Luby'yi Pakistan'a getiren de bu kamu sağlığı kriziydi. Luby ve ekibi sıhhi koşulların yetersiz olduğu bir ortamda, basit el yıkama alışkanlığının bile insanların sağlığında önem bir fark yaratabildiğini fark ettiler. Ama çok geçmeden, pek çoşti insanın el yıkamanın öneminin zaten farkında olduğunu anladılar. Ancak bu bilgiye rağmen şehir halkının çoğu ellerini ge lişigüzel bir şekilde yıkıyordu. Bazıları ellerini suyun altından şöyle bir geçirmekle yetiniyordu. Diğerleri sadece tek ellerini yakıyordu. Pek çoğu yiyecek bir şeyler hazırlamadan önce ellerin yıkamayı unutuyordu. Herkes el yıkamanın önemli olduğunu söylüyordu ama bunu alışkanlığa dönüştürenlerin sayısı çok azd Sorun bilgi değildi. Sorun tutarlılıktı. Luby ve takımı mahalleye Safeguard sabunu tedarik edilmesi için Procter & Gamble'la iş birliği yaptılar. Safeguard kullanmak standart sabunlara göre daha keyifli bir tecrübeydi. Luby, "Pakistan'da Safeguard birinci sınıf bir sabundu," diye anlattı. "Araştırmaya katılanlar yaygın bir şekilde onu çok sevdiklerinden bahsettiler." Sabun kolayca köpürüyordu ve insanlar ellerini köpürterek yıkayabiliyorlardı. Harika kokuyordu. El yıkamak bir anda daha zevkli bir hal almıştı. "El yıkamayı özendirme hedefini bir davranış değişikliği olarak değil, bir alışkanlık edinme olarak görüyorum,” dedi Luby. "İnsanların diş macununun nane aroması gibi güçlü olumlu duyusal sinyal sağlayan bir ürünü benimsemesi, diş ipi kul- lanmak gibi, haz verici bir duyusal geri bildirim sağlamayan alışkanlıkları benimsemesinden çok daha kolay oluyor. Procter & Gamble'daki pazarlama ekibi olumlu bir el yıkama deneyimi yaratmaya çalışmaktan bahsediyordu.” Birkaç ay içinde araştırmacılar mahallenin çocuklarının sağlığında hızlı bir iyileşme gördüler. İshal yüzde 52, zatürre yüzde 48 ve bakteriyel bir deri enfeksiyonu olan impetigo yüzde 35 oranında azalmıştı. Uzun vadeli etkiler daha da iyiydi. "Altı yıl sonra Karaçi'deki bazı evleri tekrar ziyaret ettik," diyor Luby. "Araştırma ekibimiz ziyaret ettiğinde, bedava sabun verilen ve ellerini yıkamaya teşvik edilen hanelerin yüzde 95'inden fazlasında sabun ve su bulunan el yıkama istasyonları vardı... Müdahale grubuna beş yılı aşkın bir süredir sabun dağıtmıyorduk ama denemeler sırasında ellerini yıkamaya çok alıştıkları için uygulamayı sürdürmüşlerdi." Bu çalışma, dördüncü ve son Davranış Değişikliği Yasası'na tatmin edici kılın güçlü bir örnektir.
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.