Gönderi

Adrien, uzun zamandan beri annesine hayatı nasıl gördüğünü boşuna anlatmaya çalışıyordu. Ona göre hayat, edebiyatı ve sanatı sevmek, dünya nimetlerini tatmak, insanları ezenlerin karşısında durmak, maddi olarak sadece en gerekli olanla yetinmek, kardeşçe ve adalet içinde yaşamak, bir dost edinmek, etrafına mümkün oldukça iyilik saçmaktı. Ama Zoitza Ana, ne kadar insancıl ve ne kadar sevgi dolu olursa olsun, hayatın böyle işlemediğini yaşadığı tecrübelerden biliyordu. O değil miydi günde "on beş saat karın tokluğuna" çalışan? Kederle, sessiz sessiz oğluna bakıyor ve bazen kendi ken- dine: "Yavru ördeklere bakan bir tavuk gibiyim, yüzme vakti geldiğinde peşinden gidemem evladımın!" diyordu. Sahiden de idealizmin berrak sularında rahat rahat gezinen bu yavru ördeğin peşinden gidemiyordu. Bunun yerine boynunu büküp kıyıda kalıyor, oyununu oynayıp geri döndüğünde hep aç olan tuhaf yavrusunu gözden yitirmemeye çalışıyordu. Çünkü o berrak sular karın doyurmuyordu. Hem de hiç. Hatta o sulara çok sık girmenin bedeli de ağır olabilirdi.Adrien ise bunun farkında değildi,tıpkı cıvıl cıvıl öten ve ne bulursa onu yiyen kuşlar gibi.
·
24 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.