Gönderi

'papara yemek' deyimi...
Okulun yeygi* durumu çok arıktı.** Ambarda erzak kalmadığı gibi bunları Beykoz'dan sağlamak olanağı da kalmamıştı. Başlıca yiyecek olan ekmek, mavnalarla, ta İstanbul'dan geliyordu. Çuvallara doldurulan sıcak ekmekler, ezilerek hamura dönüyor, Köprü'den Beykoz'a gelinceye dek de deniz suyunu yiyerek iyice ekmeklikten çıkıyordu. Tadını da yitiriyor, bütün anlamıyla bir deve hamuru durumuna geliyordu. İskele'den okula gelinceye dek de bir kez daha yoğrulan ekmekler, çuvalların ipliklerine yapışıyor, ekmekleri kurtarabilmek için çuvalları feda etmek gerekiyordu. Gelgelelim, bu hamur topaklarını çocuklar yiyemeyeceğinden bunlardan papara denen özel bir darüleytam yemeği yapılıyordu. İçinde upuzun telis parçaları bulunan hamur topakları, kazanlara doldurularak üzerine biraz yağ karıştırılmış kaynar su boca ediliyor, iyice karıştırılarak bir kez daha hamur haline getirildikten sonra karavanalara doldurulup yemekhanelere gönderiliyordu. Bu yüzden Beykoz Darüleytamı'nın paparası, çocuklar arasında çok ün kazanmıştı. Öğretmenlerden şiddetli bir azar işiten çocuk bunu arkadaşlarına şöyle anlatıyordu: "Öğretmenden bugün bir papara yedim ki sorma gitsin." Böylece çocuklar, kendilerine karşı olan her türlü olumsuz davranışı "papara yemek" deyimiyle açıklar olmuşlardı. Boğaz'da esip duran ilkyaz poyrazları ekmek getiren mavnaları saatlerce göğüslüyor, baştan çarpan dalgaların serpintileri fıskiye gibi ekmek çuvallarının üstüne serpiliyordu. Bütün ilkyaz boyunca çocuklar bu yüzden yalnız papara yediler. Çocukların kimisi aç kalmak pahasına paparayı yemiyordu. Türkçesi, bundan iğreniyordu. İğrentiyi meydana getiren de hamurun içinde iplik iplik karışmış olan çuval parçalarıydı. İnsan lokmayı yuttuktan sonra dişlerine takılıp kalan bir çuval ipliği, yarısı boğazdan aşağı indiğinden kusma tehlikesi yaratıyordu. Musa'nın en çok tiksindiği bu çuval parçalarıydı. Yoksa papara, yenmeyecek bir yemek değildi. Sağ yağı biraz çokça kondu mu bayağı tatlı bir yiyecek olup çıkıyordu. Ancak çocukların yüzde doksanı bundan iğreniyordu. Böyle sürüp giderse okulu bırakıp gitmeyi göze alanlar bile vardı. Yalnız, Musa gibi gerçek açlığın bütün kötülüklerinin yakından bilenler, bu deve hamuruna büyük bir iştahla saldırıyor, karavananın dibini sıyırmadan kalkmıyorlardı. Çocuklar, bir yandan da baştanbaşa bellenip bitirilmiş olan tarlaları onarıp yazlık sebzeleri ekiyordu. Okulun, okuyamayacağı anlaşılan birkaç büyük çocuğu, temelli bahçıvan olarak ayrılmıştı. Bahçeler, tırmıklanıp temizlenmiş, evleklere ayrılmış, türlü sebzeler dikilmişti. Öğretmenlerin de bütün umudu bu bahçelerdeydi. Böylece çocuklarla birlikte kendileri de salt papara yemekten kurtulacak, biraz olsun yeşillik yiyerek canlanacaklardı.
Sayfa 82 - Tekin Yayınevi / * yeygi: sözlükteki karşılığı, hayvanlar için saklanan kışlık yiyecektir. halk dilinde ise kış için saklanan erzak anlamındadır. ** arık: halk dilinde güçsüz, cılız, enez, kuru, sıska, zayıf kimse anlamı taşıyan arık; burada, kışlık yiyeKitabı okudu
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.