Bireyselliğin, düşüncelerin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş hale geldiği bir dünya düzenini görüyoruz. Kahramanımız Winston bize olayları aktarıyor. En temel kişisel haklardan bile mahrum bırakılan, her hareketin izlenildiği, sorgulandığı bir yaşam var. Baskının olduğu bir ortamdan dolayı toplumsal bir mücadele göremiyoruz onun yerine bireysel bir mücadele yer alıyor kitapta.
Okyanusya ülkesinde, partinin insanlara dayattığı birçok kural ve düşünme sistemi var. Mesela, partinin oluşturduğu “Yenisöylem” diliyle halkı düşünmede, konuşmada kısıtlamak. Büyük Birader’in siyahı üzerinize çöküyor okurken. Kelimelerin, dillerin var olmamız için nasıl önemli bir etken olduğunu fark ediyorsunuz.
Geçmişi hatırlayamamanın, yüreğinizdeki hisleri bile yaşayamamanın verdiği puslu bir roman.
‘1984’ beni etkiledi. Kesinlikle güncelliğini yitirmeyecek bir yapıt. Ayrıca üslubu da çok iyi.
Okurken kendimi bir kavanozun içine hapsolmuş ve oradan kurtulmaya çalışan birinin hislerini paylaştım sanki. En yakın zamanda okumanızı öneririm.