Gönderi

Bazen renkleri anlatmaya çalışırken kelimelerin kifayet etmediğini, teşbihlerin manasızlaştığını, insan ruhunda renklerin sadece birer akis olarak kalması gerektiğini hissediyorum. Renkler, zamanın farklı katmanlarıyla, ışığın farklı katmanları arasında kayboluyor, karanlığın sekerâtı ile velûd bir sessizliğin nihayetine ulaşıyor... ben ise kör satırların ümitsizliğine düşüyorum karanlığa bakan kelimelerin, renkleri yaşatan kelimelerden fazla olduğunu görünce. Devrik cümlelerin mahkûmu iken, daha önce hiç tesadüf etmediğim bir renk beni hürriyet sevdasından müstağni kılabiliyor. İçimde büyüyen esâret aşkı, tüm hürriyetleri sırtıma yük edip, tek bir esâreti tüm hürriyetlerden kutsal kılabiliyor. Bir çobanın göklere esir oluşunu düşünüyorum. Tüm esaretleri nasıl da geride bırakabiliyor bir çoban! Renkler, kokular, güneş ve yağmurlar birer birer kaybediyor cazibesini. Yalnız gökler! Derin anlamıyla gökler... yalın ve son ulaşılacak anlamıyla... tüm perdelerin yırtıldığı, mananın sıcacık yüreğe indiği, avuçlarda nihayete ulaşmış olmanın verdiği titreme ile... sözlüklerin iptal olduğu, tüm minberlerin yıkıldığı, kelimelerin sidre-i müntehasında kişinin kendini dahi aşıp yüzyüze geldiği hakikat ile...
·
2 artı 1'leme
·
594 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.