Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

448 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Bir “aşk romanı”ndan çok daha fazlası*…
1970 yılında neşredilen
Ak Liman
Ak Liman
novellasının devamı niteliğindeki
Beş Katlı Evin Altıncı Katı
Beş Katlı Evin Altıncı Katı
1974-1978 yılları arasında kaleme alınmış, 1981 yılında ise ilk kez Yazıçı Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Türkiye’de ise ilk baskısı Kültür Bakanlığı tarafından 1994 yılında yapılmıştır. 1938 doğumlu olan
Anar Rzayev
Anar Rzayev
bu eseri yazmaya başladığında 36, bitirdiğinde 40, eser ilk baskısını yaptığında ise 43 yaşındaydı. Benim okuduğum ve Ketebe Yayınları’ndan Mayıs 2023’te yayımlanan kitapta ise “Ak Liman” ve “Beş Katlı Apartmanın Altıncı Katı” romanına ilaveten finale “Tahmine’nin Son Sırrı” bölümü de eklenmiş. Kitabın 172. sayfasında nihayetlenen Ak Liman, Nimet’in bir rüyasıyla başlayıp yine onun rüyasıyla sona eriyor. Ak Liman’ın girizgahındaki rüya, Sovyet baskı rejimine dair bazı enstantaneler içeriyor. (numaralandırılmış tek tip kıyafet giyen ve her daim polis kontrolündeki insanlar) Finaldeki rüyada ise Nimet, Tahmine’nin kendisine bahsettiği rüyanın aynısını görüyor: Sonsuzmuş gibi uzadıkça uzayan masmavi, sakin ve dalgasız bir deniz… Ve bu masmavi denizin çok uzaklarında, beyaz bir liman, bembeyaz… Bu beyaz limana kırmızı gemiler demirlemişler, kırmızı, kıpkırmızı… (Burada, sembolize edilerek aktarılan betimlemenin –o günlerde yeşermeye başlayan Azerbaycan’ın bağımsızlık hayaline dair- son derece sarih bir mesaj olduğunu düşünüyorum.)
Beş Katlı Evin Altıncı Katı
Beş Katlı Evin Altıncı Katı
‘na gelecek olursak, bu roman toplamda 19 bölümden oluşmaktadır ve her bölüm Fuzulî’den bir epigrafla başlar. Beyitlerdeki anlama bakıldığında bölümün içeriği ile uyuştuğu görülmektedir. Anar, bu romanda bireyin iç dünyasını ve bilinçaltını konu edinir. Bu durum özellikle Zaur’un Tahmine’ye olan aşkı üzerinden görülür. Romanda eylemden ziyade kişilerin iç dünyası ve psikolojik sorunları sergilenir. Tahmine, Zaur’la tanıştığında evli bir kadındır, ancak eşi Manaf’la düzgün gitmeyen bir evliliği vardır. Zaur ise 24 yaşında, henüz hayatı ve hayatın gerçek yüzünü tanımamış bir gençtir. Tahmine ve Zaur birlikte bir yayınevinde çalışmaktadır ve zaman içinde ilişki yaşamaya başlamışlardır. Tahmine, Zaur’dan sadece bir yaş küçük olmasına rağmen çok daha tecrübeli ve bu tecrübeye bağlı olarak da daha gerçekçidir. Nitekim, bu durum ilişkilerine de yansır. Zaur, Tahmine’nin kendisine olan bağlılığına her zaman şüpheyle yaklaşır. Bu yüzden git gide kaçınılmaz bir sona doğru da yol alır. Yazarın dikkat çektiği hususlardan biri de her karaktere verdiği isimlerin anlamlarının o kişilerin yaşantısı ile eşdeğer olmasıdır. Sadece birkaçına değinecek olursak; ZAUR: “Ziyaret eden kişi” manasına gelir. Romanda Zaur, Tahmine için Moskova’ya gider ve Bakü’de de sürekli onun peşindedir. TAHMİNE: İsmiyle müsemma tahminleri ve öngörüleri şaşmaz bir karakter olarak karşımıza çıkar. Geleceğe dair isabetli söylemleriyle adeta bir müneccim timsalidir. ALYA: Arapça kökenli olup dağ, tepe, yüksek yer manasına gelen bu isimle ilintili olarak Alya bir dağ gibi kendini büyük gösterir ve kibirlenir. SPARTAK: Roma’da köleleri ayaklandıran Spartaküs’ün adından esinlenerek konulan bir isimdir. Ortalığı karıştıran kişidir. FİRENGİZ: Nur saçan, ışık ve mutluluk yayan anlamına gelen Firengiz, romanda karakter olarak evlenilecek en ideal kız tipidir. Evlenmeden önce, ağzı var dili yok denecek kadar sessiz ve sakin olan Firengiz’in evlendikten sonra çenesi düşer ve tam bir çaçarona dönüşür. Anar’ın bu eserinde gözlemlenen zengin muhteva ve geniş kültüründe ailesinin olduğu kadar filoloji ve sinema alanlarında gördüğü öğrenimin de payı vardır. Kahramanlarının televizyon ve sinema dünyasından veyahut matbuat aleminden oluşu, yazarın da içerisinde yer aldığı çevrelere dair gerçek izlenimlerin aktarılmasında ve başarılı karakterlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Anar, ayrıca dili kullanmada çok başarılıdır. Kelimeleri kuyumcu titizliğiyle seçer. Hayatın içinden çıkmış izlenimi uyandıran canlı karakterleriyle, insan ve mekân tasvirlerindeki ustalığını konuşturur. Şimdi de daha önceden not aldığım bir yazıdan alıntılar yaparak, Tahmine ile Zaur’un aşklarının mertebelerine dair şöyle bir çıkarım yapmak isterim: BİRİNCİ MERTEBE: ”İçinde taşıdığı sevgi sebebiyle kalbin sürekli ÖZLEM duymasıdır ki, sevginin en alt derecesidir.” Sessizce kalbi bürüyen bir şeydir, bu. Havadan daha seyyal, yangından daha sarî ve kalpten kalbe akıp giden bir unsur-i narîdir. Bitmeyen bir özlemin dinmeyen bir sızısıdır. Sevene sevgilisine ezelde verdiği sözü hatırlatır. Sadırlara yerleşir ve satırlarda hep o bitimsiz özlemi anlatır; tıpkı Zaur’un Tahmine’ye ilk buluşmalarının ardından gecenin dördünde yazdığı mektupta dile getirdiği gibi: “Tahmine! Ben bu mektubu şimdi yazıyorum. Senden ayrıldıktan sonra. Sana garip gelecek, biliyorum. Belki de, “Biz ayrıldıktan sonra, üstelik de gece saat dörtte mektup yazmak neyin nesi? Çok mu vacipti? diyeceksin. Belki de senin için vacip değil. Ama benim için çok vacip…“ diye başlayıp, ona nasıl abayı yaktığını ifade ettikten sonra “Son sözü yazıp, bir kibrit çakıp bu mektubu yakıyorum. Son sözüm: TAHMİNE…” diye biten… İKİNCİ MERTEBE: “Seven kimseye, sürekli olarak GÖZYAŞI döktüren sevgi halidir.” Ne zaman can kuşu sevgiliye meyletse bir sağanak buluta dönüşür gözler. Bu meylin sürekliliği halinde ise, seven bir pınardan farksızdır. Gözyaşı, yaşanan duyguların yoğunluğu ile paralellik arz eder. Sevgi bu mertebede gönül kasesini harlandıran kızgın bir alev topuna döner. Vuslat arzusu öylesine artar, öylesine kuvvet bulur ki, sığındığı gözyaşları dahi serinletmeye yetmez. “Tahmine başını aşağıya eğip gözlerini kadehe dikmişti. Gözlerinden yanaklarına iki damla yaş süzüldü. Zaur, Tahmine’yi ilk kez ağlarken görüyordu.” ÜÇÜNCÜ MERTEBE: “Sevgilinin sevgisiyle sermest, sarhoş ve tam bir DOSTLUK içinde olmak.” Seven kimse artık varlık sarayını yıkıp, harabeye döndürmüş ve artık sevgiliyi gönül tahtına davet etmektedir. Sevda ateşi başını döndürmede ve içinde bulunduğu hâli tahlil etmekte güçlük çekmektedir. Kınayıcıların kınamasına aldırmaksızın cam-ı aşktan doyasıya yudumlamaktadır. Kimseden korkusu ve kimseden bir beklentisi yoktur. Bazen mestane, bazen divane ve bazen de pervanedir. O, dost ile dost olmuş, gerisi bahanedir. Birbirine âşık iki insan: Zaur ve Tahmine… Ne var ki, onların ilişkisini kabullenmeyip ayıplayan bir toplumun baskısına ve başta Zaur’un ailesi, özellikle de annesi Ziver Zeynallı olmak üzere, âşıkları ayırmak için önlerine birbiri ardına çıkan engeller silsilesine şahit oluruz, roman boyunca… DÖRDÜNCÜ MERTEBE: “Kötü huylardan arınma ve güzel huylarla donanma suretiyle sevgiliye LAYIK OLMAK ve ona yaklaşmak.” Gönül sarayının kapıları sonuna kadar sevgiliye açılır bu demde. Romanda kuşların ötüşünden galeyana gelip Zaur ile Tahmine’nin birbirlerine ilan-ı aşk ettikleri bölüm şurasıdır: “Tahmine, ‘Dinle, Zaurcuk’ dedi ve sonra fısıldayarak devam etti. ‘Benim sana bunu söylememem gerekiyordu. Biliyorum bu doğru değil, ama seni seviyorum Zaurcuk. Deliler gibi seviyorum, hem de. Sensiz duramıyorum. Senden başka kimseye ihtiyacım yok. Biliyorum, bunları sana söylememeliyim...’ Tahmine güldükten sonra konuşmaya devam etti: ‘Şimdi kuduracaksın şüphesiz, kendini dağa taşa vuracaksın. Ama yine de bunları sana söylemek istiyordum.’ ‘Tahmine, benim de bunları söylememem gerekiyor ama ben de söyleyeceğim. Senin için ölüyorum. Senden ayrı bir saat, bir dakika bile kalamıyorum. Bak, şu anda şuracıkta mutluluktan düşüp ölebilirim. Senin için caddeye, yola çıkar; kendimi arabanın altına atabilirim. Tam şu an şuracıkta yaparım bunu.’ (Görüldüğü üzere, kafalar bi’ milyon; yahut başka bir ifadeyle “Aşk girince kapıdan, akıl çıkar bacadan” durumu söz konusu…) BEŞİNCİ MERTEBE: "Kalbi parçalayan ve yakan ATEŞLİ SEVGİ". Sevginin şiddeti ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bu mertebede kalbin derinliklerini yoklayan, sarsan yakıcı bir ateşten bahsetmek gerek. Çünkü sevgi sevene kendi rengini vermek için adımlarını hızlandırmış, kontrolü eline almıştır. Bu öylesine bir ateş ki, düştüğü yeri fasılasız bir biçimde yakar kül eder. Yazar Anar, eserin on dördüncü bölümünün beytine Fuzuli’nin “Merhem koyup onarma” gazeliyle giriş yapar: “Merhem koyup önerme sinemde kanlı dağı Söndürme öz elinle yandırdığın Çerağı.” Beyitte âşıktan maşuka bir sesleniş vardır. “Sinemdeki kanlı yarayı merhem koyup iyileştirme” der. Beyitte geçen ‘dağ’ kelimesi aslında sevgilinin sureti ile sinede açtığı yarayı temsil eder. İkinci mısrada ise, bu dağın içimizdeki bu yaranın yanıp tutuşan bir kandile benzetildiği görülür. Şair bu beyitte sevgiliye kendi eliyle yandırdığı bu ateşi, bizzat kendi eliyle söndürmesini talep eder. Şair ilk anlamda ateşi yakanın sevgili olduğu vurgusu yapılırken, ikinci anlamda söndürme fiilini sevgilinin kendisinin yapmamasına dikkat çeker. On dördüncü bölüm Zaur’un gördüğü bir rüya ile başlar. On üçüncü bölümün sonunda yaşanan tartışma ve Zaur’un Tahmine’ye attığı tokat sonrası ayrılık gerçekleşmiş ve Zaur bir arkadaşının evinde geçirdiği ilk gecede başrolünde yine Tahmine’nin olduğu bir kabusa maruz kalmıştır.
Roma'daki Teras
Roma'daki Teras
kitabında da geçtiği üzere: “Aşk, zihne tebelleş olan görüntülerden oluşur. Bu karşı konulmaz görüntülere bir de, tüm yaşananların ithaf edildiği, biricik varlığa yöneltilmiş bitip tükenmeyen bir konuşma eklenir. Bu varlık sağ ya da ölmüş olabilir. Özellikleri de rüyalarda verilir, çünkü rüyalarda ne irade, ne de menfaat egemendir. Oysa, rüyalar görüntüdür. Hatta, daha açık söylemek gerekirse, rüyalar görüntülerin hem babası, hem de efendileridir.” ALTINCI MERTEBE: "Sevdalıyı ÇILDIRTAN SEVGİ". Sevgi çılgınlığı. Çılgınca sevme. Sevgilinin kulu kölesi olma. Seven sevdiğine o denli tutulur ki, neyi var neyi yok feda eder. Çılgınca sever, sevgisiyle çılgınlaşır. Adeta sevgilinin kulu kölesi olur. Pay-ı tahtı sevgilinin emrine verir, onu memnun etmek için neyi varsa sunar. Bu mertebeye Tahmine erişebilmiştir, sadece… Zaten, yazarın röportajlarındaki beyanatı da bunu doğrular… “Aşk, birine seni mahvetme yetkisi vermek ve bunu kullanmayacağına güvenmektir.” der,
Ruhi Mücerret
Ruhi Mücerret
romanının bir yerinde.. i.hizliresim.com/7e6if3w.JPG Tahmine, bu mahvetme yetkisini kullanacağını bildiği halde, onu Zaur’a vermiştir. Her türlü fedakârlığı yapan, tüm zorluklara göğüs geren, tehlikelere kendini siper eden ve güçlü bir duruş sergileyen Zaur değil Tahmine’dir. Bu sebepten Zaur beşinci mertebeden öteye geçememiştir. Zaur’un terfisi sadece Moskviç’ten Volga’ya olur. i.hizliresim.com/i7k0jnd.jpg Romandaki hikâye, her bölümün başında Fuzulî’den epigraflarla da işaret edildiği üzere, aslında Leylâ ile Mecnun’un modern bir uyarlamasıdır. Leylâ ile Mecnun’da toplumun Mecnun’un önüne çıkardığı engeller, burada Tahmine’nin önüne çıkmaktadır. Leylâ ile Mecnun’da aşkın yüceliğine inanan ve daha sağlam karakterli olan Mecnun’dur. Romanda ise Zaur’la ilişkisi boyunca gösterdiği gerçekçi ve sağlam duruşuyla aşkı başka bir evreye taşıyan ve altıncı mertebeye ulaşan Tahmine’dir… Şimdi gelelim, “Bir ‘aşk romanı’ndan çok daha fazlası”nın açılımına…
Anlatı/Yorum
Anlatı/Yorum
kitabında
Ciğerdelen
Ciğerdelen
romanından bahsedilirken, şöyle bir ifade geçer: “Metne, yakın okumayla yaklaşıldığında, yazar tarafından farklı imajinatif değerler ve metaforlarla kurgulanmış olan metnin ‘derin yapısı’ da ortaya çıkmış olacaktır. İlk bakışta, bir aşk romanı olarak görülebilecek bu eser, derin yapısında farklı anlamları barındırmaktadır.” (s.243) Bunu
Beş Katlı Apartmanın Altıncı Katı / Ak Liman / Tahmine’nin Son Sırrı
Beş Katlı Apartmanın Altıncı Katı / Ak Liman / Tahmine’nin Son Sırrı
için de söylemek mümkündür. Misalen, kitabın 178. sayfasından bir alıntıyla başlayalım: “Otelin okyanus kıyısında olması da insanı tuhaf ediyordu. Tüm sahil boyunca belirli aralıklarla direkler çakılmıştı. Uzaktan bir mezarlığı andırıyordu. Aynı boydaki asker mezarlarına… Sahile bu direkleri kimler için koymuşlardı? Denizde boğulanlar için mi? Hayır, bu direkler sınır çizgileriydi. Sahilin ayrı ayrı bölümleri Enkor Oteli’nin farklı farklı odalarına aitti, bu odanın sahiplerine… Sahil karış karış bölünmüş, parçalanmış pay edilmişti. Okyanus ise uçsuz bucaksız, özgürdü.” Yazar, romanın bu paragrafında kapalı istiare kullanmıştır. Okyanus, Sovyet rejimine benzetilir. Plajdaki belli aralıklarla dikilen direkler de Türkistan’dır, yani Türkî Cumhuriyetlerdir. Nitekim bu direkler uzaktan mezarlığa da benzetilmiştir. Anar, burada Türkistan’ı Sovyetlerin istilası sonrasında bir mezarlığa benzetir. Ayrıca sonrasında direklerin sınır direkleri olduğunu belirtmesi de bu durumu okuyucuya biraz daha açık bir şekilde gösterir. Türkistan’ın parçalanması, bölünmesi ve pay edilmesi plaj direkleriyle tasvir edilir. Asıl özgür olan ise okyanustur, yani Sovyet Rejimidir. Yine kitabın 268. sayfasında Muhtar, İçerişehir’i anlatan bir film çekmek istediğinden bahseder. Filmin finalinde ise İçerişehir'in damlarını gösterip, damlardan birinin üstüne kapkara giysili genç ve güzel bir kızın çamaşır astığını, ipte beyazlar, çarşaflar, yastık kılıfları sallandığını söyler. Hepsi de bembeyazdır… Rüzgar onları sallar ve siyah giysili kız da bu beyazların arasında bir görünür, bir kaybolur. Gökyüzü açıktır, uzakta masmavi deniz görünür... Bu bir nevi rakstır, beyaz çamaşırların, siyah giysili kızın ve rüzgarın raksı... Fakat aynı zamanda ipteki beyazlar sanki yelkendir ve bu evler de yelkenli kayıklardır, uzaktaki mavi denizin içinde yüzen kayıklar. Hem harici sahnedir bu, hem de sembolik. Anar, burada özgürlük ve bağımsızlığı yelkenlere benzettiği beyaz çarşaflarla özdeşleştirir. Ufukta masmavi denizin görülmesi umut veren bir tablo olarak görülür, fakat sonrasında modern evlerin, eski evleri yıkmasına sebebiyet verebileceğinden söz edilir. Burada modern evler Sovyet Rejimidir. Eski evler ise Azerbaycan topraklarıdır. Eğer böyle bir durum hasıl olursa, özgürlüğün ve bağımsızlığın elden gideceğini söyler. Anar’ın tek umudu gelecek nesildir. Gelecek nesile bir mesaj verir. Bunun hemen akabindeki bir diyalogta “Yaşasın, güneşli ve güzel Azerbaycan Cumhuriyeti!” der, Rus aktris Saşa… (s.272) Anar, bir Rus’un ağzından Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ifade eden bir cümle yazarak, bağımsızlığın ve özgürlüğün ne derece elzem bir durum olduğunu okuyucuya aktarmaya çalışır. Zira, eserin yazıldığı dönemde Azerbaycan toprakları Sovyet hakimiyeti altındadır. Anar için Azerbaycan’ın bağımsızlığı her şeyden önce gelir. Ve son olarak, yazarın SON SÖZüne dair birkaç cümle sarf edip bu upuzun incelemeyi nihayetlendiriyorum: Tahmine karakteri bir gece Anar’ın rüyasına girer ve yazara yıllardır okurlar tarafından zan altında kaldığını söyler; hakkındaki bütün şüphelerin artık sona erdirilmesini ister. Anar da "Tahmine’nin Son Sırrı"nı kaleme alarak onun bu isteğini yerine getirir. Ve SONunda tüm şüpheler ortadan kaybolur… Çünkü, AŞKta şüpheye asla yer yoktur. * Yararlanılan kaynaklar : Ayşe Atay - Beş Katlı Evin Altıncı Katındaki Adam: Anar (Hayatı, Sanatı ve Hikâyeleri) (Bengü Yayınları, 2008) Ferhat İmer - Anar Rızayev’in “Beş Mertebeli Evin Altıncı Mertebesi” Adlı Romanında Muhteva (2020) Orhan Baldane - Edebiyat ve Sinema İlişkisine Azerbaycan’dan Bir Örnek: Beş Mertebeli Evin Altıncı Mertebesi (2021)
·
1 artı 1'leme
·
2.467 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.