Gönderi

Anadolu’ya sığınma. (Milli Mücadele Dönemi)
Hemen o anda Miralay atını bana doğru sürdü. Yüzü allak bullaktı. -Kaymakam Hüsrev'le Dr. Adnan buradan öteye bir adım atmayız, diyorlar. Ötekiler de onlara uyup gitmeyeceğiz diye tutturacaklar! Bana kalırsa bir gayret daha gösterip bu gece Adapazarı'na varmalıyız. Siz ne dersiniz? —Yola devam etmeliyiz, diye cevap verdim. Miralay Kâzım kendini destekleyen birisini bulunduğuna çok sevindi. Arkaya dönüp kesin bir eda ile seslendi: - Biz gidiyoruz. İsteyenler ardımızdan gelsin. Bir daha dönmeden, atlarımızı ileriye doğru sürmeye başladık. Başımızı çevirdiğimiz zaman, arkamızdan kös kös geldiklerini gördük. Hepsinin yüzünde son derece ümitsiz bir ifade vardı. —Adapazarı'na daha ne kadar yol var, diye sordum. Aldığım cevap: —On iki kilometre, oldu. Zifiri karanlık. Arada bir yağmur serpiştiriyordu. Kim bilir ne zamandan kalma taşlı, berbat bir yol. Durmadan tökezleyen atlar. Binlerce ağrı, binlerce sızı. Ölüm sessizliği içindeki bir avuç atlı. Bütün bunlar gecenin karanlığına karışıyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de durmadan başım dönüyor. Her an attan düşebilirdim. Hayır, insan vücudu dediğimiz, şu et ve kemik külçesine yenilmeyecektim. Attan düşsem bile, karar vermiştim, sessiz sedasız düşecektim. Düştüğümü kimsecikler duymamalıydı. Yollarına devam edip Adapazarı'nı boylamalıydılar. Etrafımda tek hayat belirtisi olarak arada bir yanıp sönen sigara ateşinden başka bir şey yoktu. Gideceğimiz köyün fersiz ışıkları göründüğü zaman, vakit gece yarısını bulmuş olmalıydı. Derin bir nefes alamayacak kadar ateşler içinde yanıyordum. Sanki sihirli bir el atımı yularından tutmuş, yürütüyordu.
Sayfa 123 - Halide Edip AdıvarKitabı okudu
·
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.