Gönderi

''… Yalnız yaşadım… bir indim bir çıktım… Grip oldum… Üzüntüden eriyip öfkeden köpürüp kıskançlıktan çatladım. Bin bir hale girdim… Her gece Emily Dickinson okudum tekrar tekrar… Bazen gecenin üçünde uyanıp belli bir sebebi olmadan ağlarken buluyordum kendimi… Isobel’in sesini… duymayı özlüyordum… İşim yüzünden seyahat ettim… Isobel’inkini unutabilmek için hafızamı insan yüzleriyle doldurmaya çalıştım. Ama tersi oldu… onu daha çok özledim. Bulutu düşünüp yağmura susadım… Değişik bir taktik deneyip kendimi doğaya verdim… Gün batımları güzeldi burada. Her seferinde büyülendim… batan güneş renkleri karşısında sersemler olmuştum… Bu tip manzaralar gözyaşlarıyla bulanıyordu. İnsan olmanın güzel melankolisini hissediyor, kendimi güneşin batışına tamamen kaptırıyordum. Çünkü, gün batımı gibi, insan olmak da arada kalmak demekti; geri dönülemez bir şekilde geceye doğru yol alırken, umutsuzluktan doğan umursamazlığın renkleriyle patlayan bir gün olmak demekti…''
Domingo Yayınları
·
176 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.