Gitti baloncu. Geldim çınar ağacının
yanına, baktım balonuma.
O kırmızı balon benimdi.
Hiç kimsenin değil, benim.
Çıkabilsem alırım, alabilsem koşar eve götürürüm... Benim balonum benim...
Oradan geçen birine gösterdim:
-Bak emmi, şu ağacın tepesindeki
balonu görüyor musun?
-Hı, dedi adam, kafasını salladı.
-İşte o balon benim.
Adam, başını bir kez daha salladı, gitti. Koştum gittim anama, daha sokaktan bağırdım, avluya girmeden:
-Anaa, benim de balonum var.
-Hani, nerede?
-Ulu Caminin oradaki ağacın tepesinde. Koştum geldim yine balonumun yanına. Balonumu, gezgin satıcılara gösterdim, kıravatlı emmilere gösterdim,
camiden çıkanlara gösterdim...
-Benim balonum benim, kırmızı balonum, bakın görüyor musunuz,
o balon benim balonum!
Hava kararıncaya dek orada kaldım, balonumu izledim, konuştum onunla,
el salladım ona.
Gece düşümde hep balonumu gördüm.
Ben çıkmışım yanına, o tutunduğu
daldan kopmuş benim yanıma gelmiş, başucuma konmuş... Gülüyor...
Uyandım. Okula gitmezden koştum balonumun yanına... Yooo!... Olamaz!... Olamaz!... O ufacık gözüken
buruşmuş şey benim balonum mu,
kırmızı balonum mu? Olamaz!...
Balonum patlamıştı.
Ağladım ağladım, ağacın dibinde ağladım.
Gelen geçenler sordular:
-Niye ağlıyorsun?
-Balonum, dedim, balonum patlamış.
-Ağlama, dediler, anan sana yine alır.