Bu kişilerin aile öyküsüne bakıldığında, çoğunlukla kalıtımsal olarak bunu üzerlerinde taşıdıklarını görüyoruz. Ancak bu, kalıtımla ilgili bir hastalığın geçişi değil, ruhsal özelliğin geçişi durumu. Bunun temelinde bu kişilerin aşırı kaygılı, mükemmeliyetçi, hassas, duyarlı, kaygılı olması yatıyor ve bu duygu durumları genlerle geçiyor. Özellikle kişinin aşırı kaygısı, kesinlikle genlerle geçiyor. O kaygıyı yaratan ister dışsal nedenler olsun, ister içsel nedenler olsun birtakım kimyasal maddeler çıkarıyor ortaya. Panik atak sırasında artık biliniyor ki, beyin kimyasındaki maddelerden adrenalin, noradrenalin yükselirken serotonin düzeyi düşüyor. Bunlarla ilgili mesajlar kalıtımla geliyor. O kişilerin DNA'larında bu maddeler denetimsiz, düzensiz olarak ortaya çıkıyor. Bu kişilerin iki yönlü şanssızlığı var. Birincisi bu duruma ilişkin kimyasal yatkınlıklarının olması, ikincisi kalıtımla gelen mükemmeliyetçi yaklaşım tarzlarının olması. Bunlara ek olarak öğrenme modellerinin de etkisi büyük oluyor. Çünkü çocukların öğrenmeleri çoğunlukla model alarak öğrenme biçiminde oluyor. Çocuk, içinde yaşadığı çevre de özellikle çocukluk ve ilk gençlik çağında bu tür bir modelle karşılaşırsa ister istemez böyle davranmayı öğreniyor. Hazır modelleri, davranış kalıplarını alıyor, benimsiyor, içselleştiriyor, mal ediyor ve o durumla karşılaşınca bu modeli kullanıyor. Sonuçta, bu model kaygılı ise onu kullanıyor.