Gönderi

Bahar gelmekte ve görüyoruz ki, bir baharın gelişiyle beraber dünyanın her yerindeki ağaçlar yeşeriyor, çiçek açmaya başlıyor. Tefekkür edelim ki bütün bu ağaçların, bütün yaprakları toplanıp bir terâziye konulsa.. ve bütün yaprakların bütün zerrâtı bir bir sayılsa.. acaba ne kadar korkunç rakamlarla, ne kadar büyük bir külfet ile karşı karşıya kalırız hiç düşündünüz mü? Allah bu kadar yaprağı dahi, bu kadar külfet ile, kat trilyonlarca yaprağı ve zerreyi, bu kadar külfeti sizce boşuna mı yapıyor? Sadece bahar mevsiminde açan çiçekler değil, kâinatın yaratıldığı ilk ândan itibâren Allah'ın şimdiye kadar yarattığı ve bundan sonra da "yaratmaya devam edeceği" kat trilyonlarca atomu ve hücreyi sayabilir misiniz? Ya da bunu mahdut ve âciz bir akılla idrâk edip kavrayabilir misiniz? İşte bütün bu zerrât, seyyârat, kâinat, bahar, kış, haşir ve neşir.. hiçbiri ama hiçbiri boşuna değil. Allah kâinattaki bu kadar atomu, bu kadar hücreyi, bu kadar gezegeni, yıldızı, zerrecikleri... her bir dâneyi, acaba onları isrâf etmek için mi yarattı? Bize göre külfet olan bu kadar mahlûk, acaba âdi bir isrâf için mi yaratıldı? Yokluğa yuvarlanmak ve idam olmak için mi varlık gömleğini giydi? Hayır, elbette ki bu kadar zerrât bir isrâf olmadığına göre, yok olmayacaklar. Demek ki bir âhiret var, bu ölümün ardında tekrar bir diriliş, yenileniş ve tazelenme var...
·
266 görüntüleme
Vesselam Ömer okurunun profil resmi
Kainata bakıp Allah'ın her şeye kadir olduğunu anlamamak, sonsuz ilmi ve sonsuz kudreti görmemek, Bu kadar varlıkları yoktan var eden elbette ki tekrar var edebilir.. dememek mümkün değildir...Vesselam... Yoktan var eden Mevla'ya sonsuz hamd ve şükürler olsun..
Gülî • Derdâ okurunun profil resmi
El Hak, Elhamdülillah ☝🏻
Gülî • Derdâ okurunun profil resmi
İsrâf yok, tasarruf var.. Beynelmilel yok, nizâm ve intizâm var.. Tesâdüf yok, eser var, nakış var, sanat var, tüm bu hadsiz yaratmanın ardında küllî bir irâde var..
Penaber okurunun profil resmi
Herbir şey -cüz'î olsun küllî olsun- vücuddan gittikten sonra (hususan zîhayat olsa) çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber; âlem-i misalin defterlerinde olan levh-i misalî üstünde, etvar-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden, manidar olan ve mukadderat-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata bir mütalaagâh olur. Nasılki meselâ bir çiçek vücuddan gider, fakat yüzer tohumcuklarını ve tohumcuklarda mahiyetini vücudda bırakmakla beraber; küçük elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın küçük numuneleri olan hâfızalarda binler suretini bırakıp, zîşuurlara etvar-ı hayatıyla ifade ettiği tesbihat-ı Rabbaniye ve nukuş-u esmaiyeyi okutturur, sonra gider. Öyle de: Yeryüzünün saksısında güzel masnuatla münakkaş olan bahar mevsimi, bir çiçektir; zahiren zeval bulur, ademe gider, fakat onun tohumları adedince ifade ettikleri hakaik-i gaybiye ve çiçekleri adedince neşrettiği hüviyet-i misaliye ve mevcudatı adedince gösterdikleri hikmet-i Rabbaniyeyi kendine bedel olarak vücudda bırakıp sonra bizden saklanır. Hem o giden baharın arkadaşları olan sair baharlara yer boşaltır, tâ onlar gelip vazife görsünler. Demek o bahar, zahirî bir vücudu çıkarır; manen bin vücud giyer. Mektubat - 293
Gülî • Derdâ okurunun profil resmi
Subhanallah.. Allah razı olsun hocam
1 sonraki yanıtı göster
Penaber okurunun profil resmi
Çok yerlerde dediğimiz gibi, bir padişahın sultan, halife, hâkim, kumandan gibi muhtelif unvanlar ve sıfatlardan neş'et eden muhtelif ayrı ayrı devair-i teşkilatı olduğu gibi; Cenab-ı Hakk'ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez türlü türlü tecelliyatı vardır. Mahlukatın tenevvü'leri ve ihtilafları, o tecelliyatın tenevvü'lerinden ileri geliyor. İşte her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca; o muhtelif esma dahi, daimî ve sermedî oldukları için, daimî bir surette Zât-ı Akdes hesabına tezahür isterler; yani nakışlarını görmek isterler; yani kendi nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini ve in'ikas-ı kemallerini görmek ve göstermek isterler; yani kâinat kitab-ı kebirini ve mevcudatın muhtelif mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek; yani yeniden yeniye manidar yazmak; yani bir tek sahifede ayrı ayrı binler mektubatı yazmak ve herbir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes'in nazar-ı şuhuduna izhar etmekle beraber; bütün zîşuurun nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Mektubat - 288
Gülî • Derdâ okurunun profil resmi
Subhanallah...
Penaber okurunun profil resmi
Cenab-ı Hakk'ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez enva'-ı tecelliyatı var. Mahlukatın tenevvüleri, o tecelliyatın tenevvüünden geliyor. O esma ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani, nakışlarını göstermek isterler. Yani nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler. Mektubat - 86
Gülî • Derdâ okurunun profil resmi
Allah razı olsun hocam, istifâde ettik..
Penaber okurunun profil resmi
Esma-i İlahiyeye bakar. Malûmdur ki herbir cemal sahibi, kendi cemalini görmek ve göstermek ister; herbir hüner sahibi, kendi hünerini teşhir ve ilân etmekle nazar-ı dikkati celbetmek ister ve sever. Ve hüneri gizli kalmış bir güzel hakikat ve güzel bir mana, meydana çıkmak ve müşterileri bulmak ister ve sever. Madem bu esaslı kaideler, herşeyde derecesine göre cereyan ediyor; elbette Cemil-i Mutlak olan Zât-ı Kayyum-u Zülcelal'in binbir esma-i hüsnasından herbir ismin, kâinatın şehadetiyle ve cilvelerinin delaletiyle ve nakışlarının işaretiyle, her birisinin herbir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemal, hakikî bir cemal ve gayet güzel bir hakikat, belki herbir ismin herbir mertebesinde hadsiz enva'-ı hüsünle hadsiz hakaik-i cemile vardır. Madem bu esmanın kudsî cemallerini irae eden âyineleri ve güzel nakışlarını gösteren levhaları ve güzel hakikatlarını ifade eden sahifeleri, bu mevcudattır ve bu kâinattır. Elbette o daimî ve bâki esma, hadsiz cilvelerini ve nihayetsiz manidar nakışlarını ve kitablarını; hem müsemmaları olan Zât-ı Kayyum-u Zülcelal'in nazar-ı müşahedesine, hem hadd ü hesaba gelmeyen zîruh ve zîşuur mahlukatın nazar-ı mütalaasına göstermek ve nihayetli mahdud bir şeyden nihayetsiz levhaları ve bir tek şahıstan pek çok şahısları ve bir hakikattan pek kesretli hakikatları göstermek için, o aşk-ı mukaddes-i İlahîye istinaden ve o sırr-ı kayyumiyete binaen, kâinatı umumen ve mütemadiyen cilveleriyle tazelendiriyorlar, değiştiriyorlar. Lemalar - 348
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.