Gönderi

Farklı bir roman kurgusu karşısındayız. Baştan ve sondan iki hikâye ile kuşatılan olaylar dizisi. Biri, tarihin ve hatta efsanenin derinliklerinden gelen bir hikâye, bir masal. Diğeri günümüzde geçmiş gibi görünen, fakat geleceği işaret eden, olaylar dizisinden kopuk bir hikâye. Ancak iki hikâye, âdeta toprağın altından kökleri birleşen iki ağaç gibi birbirine bağlanmış. İki bin yıl önceki Kamlançu ülkesinin Burkay'ı ile iki bin yıl sonrasında Burkay'ın torunu Ülker. Ve bu iki fantastik hikâyenin arasında geçen, toprağın üstündeki olaylar dizisi. Gerçekle Hayal Birbirine Karışıyor: Olaylar dizisinde sık sık gerçekle hayal birbirine karışıyor. Selim Pusat'ın basında büyük gürültüler koparacak şekilde suçlanması, hapsedilmesi ve görevinden uzaklaştırılması, karısının da görevine son verilmesi, Selim'in tasnif komisyonunda çalışması, Ayşe Pusat'ın öğretmenliği, arkadaş ve öğrencilerini evde ağırlaması, oğulları Tosun, Selim'in aşkı ve hastalıkları... Bütün bunlar gerçektir ve Atsız ile Bedriye Hanım'ın başından geçenlerdir. Romanda işte bu gerçek olaylar hayallerle karıştırılarak anlatılmıştır. Üstelik sadece buhran geçiren Selim'in hayalleri değildir bunlar. Ayşe Pusat da Şeref'in göğsünden akan kan izlerini görmekte ve hatta kapı tokmağındaki kan izlerini silmektedir. Hayaller o kadar gerçek gibi anlatılmış yahut gerçek olaylara o kadar karıştırılmıştır ki okuyucu da hayalî olayları gerçek olaylar gibi algılamak zorunda bırakılmıştır. Atsız bir düşünce ve hayal adamıdır. Hayaller de onun için gerçek gibidir. Buhranlı anlarında zihninden geçen hayaller âdeta gerçektir ve bu sebeple hayallerini de romana gerçek gibi yansıtmıştır. O, zihnini yazdıklarına döken adamdır; yazdıklarının gücü de buradan gelmektedir. Onun zihni de altıncı bir duyu gibi çalışmakta, bu sebeple zihnindeki hayaller de, tıpkı gördükleri ve işittikleri gibi duyu ile algılanan somut şeylermiş gibi yazıya dökülmektedir. İnsan sadece yere basarak, yere oturarak, bir şeyi tutarak, bir şeyi tadarak, bir şeyi görerek, bir şeyi işiterek yaşamaz; zihniyle düşünerek ve hayal kurarak da yaşar. Ancak farklı bir beyine sahip sanat adamlarıdır ki beş duyu dışındaki bu hayalleri de eserlerine yansıtırlar. Hayal kurmazlar, hayal görürler, hayali işitirler, hayale dokunurlar ve bunu eserlerine geçirirler. Olaylar dizisi toprağın üstünde ve günümüzde cereyan etmektedir ama Selim Pusat ve Güntülü geçmişten gelmiş gibidir. Mademki Uygur masalındaki Burkay, kıyamete kadar cezalandırılmıştır, bu cezanın bugün de devam ediyor olması lazımdır. Burkay'ın, izdüşümü veya göçü ile iki bin yıl sonra dünyaya gelmiş, yeniden hayat bulmuş eşi Selim Pusat'tır. O da aynı günahı işleyecek ve cezalandırılacaktır. Burkay'a günah işleten AçığmaKün, bir çam ağacının altında onun aklını başından almaktadır. AçığmaKün'ün izdüşümü Güntülü de Çam Koru'da Selim Pusat'a esrarlı sesiyle seslenerek onun aklını başından almaktadır. Böyle bir günahın cezası, öyle alelade, sıradan, küçük bir ceza olamaz. Ulu Tanrı katında mahkeme kurulacak ve mücrim bir ruh, bütün zamanların insanları önünde yargılanacaktır. Mahşer sahnesi, roman kurgusunun zirvesidir. İşlediği günah yüzünden durmaksızın hayallerle mücadele eden Selim nihayet hayallerinin doruk noktasına ulaşır ve kendisini heybetli bir ışık gibi görünen Tanrı'nın karşısında bulur. Üstelik dünden, bugünden ve yarından gelip toplanmış milyarlarca ve milyarlarca insan huzurunda. Tanıdığı, tanımadığı herkes oradadır ve hepsi onu yasak aşkından dolayı suçlu bulmaktadır. Sadece annesi Tanrı'dan merhamet dilemektedir. Hesap bir vuruşmayla görülecektir. Ve bu vuruşma da gerçekleşir. Gerçekleşir mi, hayalde mi olur? Fark etmez, romanda gerçek ve hayalî olaylar kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Ve roman böyle bir romandır işte. Gerçek ve hayali olayları birbirinden ayırırsanız romanı da parçalamış olursunuz. Oysa roman, gerçek ve hayalî sözlerini kullanmadan ifade etmek istiyorumiçinde geçen olayların hepsiyle bir bütündür ve parçalanamaz. Romanın sonunda ne olur? Selim Pusat, resminin çerçevesinden çıkmış ve gitmiştir. Oğlu Tosun subay olunca geri geleceğini söyleyerek gitmiştir. Bundan sonra Yalnız Adam olarak karşımıza çıkacaktı. Fakat Atsız'ın ömrü Yalnız Adam'ın ortaya çıkışına yetmemiştir. 17 Mart 1974'te Adile Ayda'ya yazdığı mektupta Atsız "Ruh Adam bitmedi. Onun bir devamı olacak." demektedir (Ayda 1988: 59). Birçok dostuna bu romanın adının Yalnız Adam olacağını da söylemiştir. Atsız'ın romanları üzerine bir doktora tezi yazan Cihan Özdemir, Uygur masalı ile Selim'in başından geçen olay örgüsü arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendirir: "Romanın başında anlatılan ve ilk bakışta bağımsız bir hikâye gibi görünen 'Uygur Masalı', başkişisinin yaşadığı çatışma ve bu çatışmanın sergilendiği olaylar örgüsü bakımından, Ruh Adam romanının bir minyatürü olarak kabul edilebilir. Başka bir ifadeyle Ruh Adam, 'Uygur Masalı'nın, modern zamanların şartlarında ve roman türünün imkânları içinde yeniden anlatılmış şeklidir, diyebiliriz... Romanın başında anlatılan 'Uygur Masalı' ile Selim'in macerasının yer aldığı olay örgüsünün, ana çizgileriyle örtüştüğünü görürüz. Zaten romanda anlatılmak istenen de, iki hikâyenin kahramanlarının, aynı kaderi yaşadığıdır." (Özdemir 2007: 156, 189). Romanın sonundaki parça ile asıl olay örgüsü arasındaki ilişki de Özdemir tarafından şöyle değerlendirilir:"İlk vak'a parçasında yer alan 'Uygur Masalı', nasıl hem ayrı bir metin, hem de asıl olay örgüsü ile iç içe bir durum arz ediyorsa; romanın son vak'a parçası da aynı şekilde bir taraftan bağımsız bir vak'a parçası, öte taraftan da temel olay örgüsüyle ilintili bir nitelik arz eder... Anlatıcının bu vak'a parçasıyla, trajik maceranın hiçbir zaman bitmeyeceği mesajını vermeye çalıştığı anlaşılmaktadır: Burkay ve AçığmaKün, yeni zamanlarda ve yeni bedenlerde aynı kaderi yaşamak için yeniden dünyaya gelmeye devam etmektedir." (Özdemir 2007: 189190). "Modern Türk Edebiyatında 'Ahiret' Kavramı"nı ele alan bir incelemesinde Bilge Ercilasun, Ruh Adam'daki "Büyük Mahkeme" sahnesiyle Dante'nin İlâhi Komedi'sini, Hâmid'in Tayflar Geçidi'ni ve Halide Edib'in Maske ve Ruh piyesini karşılaştırır; benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyar. Ercilasun'un değerlendirmesi şöyledir: "Olay kahramanının mahşerde yargılanması çok canlı, gerilimli ve oldukça teferruatlı bir şekilde verilmiştir. Bu bölüm, anlatımdaki ihtişam, gerilim, heyecan yüklü olması ve teferruata dikkati dolayısıyla İlâhi Komedi'yi hatırlatır. Fakat ondan çok farklı yönleri de vardır. İlâhi Komedi'de canlı mekân tasvirleri yapılmış, ruhların çektiği ıstırap, teferruatıyla anlatılmıştır. Bu romanda onun yerini, yargılanmanın seyri ve tanıkların konuşması almıştır. Burada romancı, duruşmanın seyrini olay kahramanının bakışıyla vermektedir. Bütün Türk hükümdarları ve komutanları, ailesinin fertleri onun hakkında konuşurlar. Bu bakımdan mahşer sahnesi eserin en canlı ve tesirli bölümüdür, diyebiliriz. Burada çok canlı bir tablo çizilmiştir. Olaylar tabiatüstü, fakat çok açık ve nettir. Hükümler ve düşünceler de net ve gerçekçidir." (Bilge Ercilasun, Şubat 2013: 196197). Bilge Ercilasun eserdeki hayalî ve gerçek olaylar konusuna da dikkat çekmiştir: "Romanda gerçek ve gerçeküstü olaylar birbirine karıştırılarak anlatılmaktadır... İnsan halihazırda değil yekpare bir zamanda yaşar. Mazi, hal ve istikbal, bir bütündür. Zaman bir akıştır, parçalanamaz... İlk bakışta tabiatüstü olaylar gibi görünen bu olaylar, aslında gerçek hadiselerin, davranışların sembolleşmiş ifadeleridir." (Şubat 2013: 196). Mahkeme sahnesi Özdemir tarafından da şöyle değerlendirilmiştir: "Özetini verdiğimiz vak'a halkalarındaki mahkeme sahnesi, trajedilerin fantastik dünyasına uygunluğuyla dikkati çekmektedir. Akla gelebilecek bütün olağanüstülükler bir araya getirilmiştir: Tanrı, melekler, peygamberler, tarihî Türk hakanları ve komutanları; geçmişin, şimdinin ve geleceğin bütün insanlarının oluşturduğu mahşerî bir kalabalık; ilâhî bir mahkemede, kendi trajedisini başlatmış kahramanın yargılanması sürecinin sergilenmesi gibi, bir trajedinin son sahnesinde gerekli olan bütün unsurlara yer verilmiştir." (Özdemir 2007: 186).
·
122 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.