“Endişeli bekleyiş artıyor ve sıcaklıklar iyice bunaltıyordu. 1 Eylül 1939’da fırtına patlak verdi ama beklediğimiz biçimde değil. Durmadan ve giderek artan uçakların sesini duyduğumda. Hastane yolundaki boş bir arazi boyunca yürüyordum. Düşmesin diye bir elimle, gönüllü hemşire olarak çalıştığım Kızılhaç’ın kepimi tutarak kafamı kaldırıp yukarı baktım. Daha uçakları görmeden önce patlama seslerini duymaya başlamıştım. İşte oradaydılar, gökyüzü onlar yüzünden kararmıştı. Sıra sıra Alman bombardıman uçakları üzerimizde düzenli uçuşlar yapıyorlardı. Şehrin her köşesinden toz ve duman yükseliyordu. Düşen bombaların çığlıkları ve patlamaların kükremesi etrafı dolduruyordu. Her yandan siren sesleri duyuluyordu. Şehir yanıyordu. Bombaların açtığı çukurlar önümü kesiyordu.
Hastaneye vardığımda her yer karmaşa içindeydi. Artık bütün dünyam St. Mary Hastanesi’ydi. Şehre düşen her bombayla tavandaki alçının tozları aşağı dökülüyor, ışıklar vahşice sallanıyordu. Ardından elektrikler kesildi, yaralılarsa gelmeye devam ediyordu. Kısa süre sonra sivillere ek olarak Polonyalı askerler de hastaneyi doldurmaya başlamıştı. Yiyeceğimiz bitmişti, elimizdeki ilaçlar bitmek üzereydi, temiz çarşafımız kalmamıştı.
Artık karadan istila haberlerini duymaya başlamıştık. Binlerce Alman tankı sınırı geçmişti. Tankların arkasından birlikler ve *Wehrmacht (*1935-1945 yılları arasında Alman ordusuna verilen isim) piyadeleri geliyordu. Sivil ya da asker ayırt etmeden Polonyalılara saldırıyor, şehir ve kasabaları harabeye çeviriyorlardı. Savaş artık her yerdeydi, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir savaş. Katliam akıl almaz boyutlardaydı. Almanya, Batı Polonyayı istemiş, onu çiğnemiş ve bir lokmada yutmuştu…”