Gönderi

Mustafa Kemal arkadaşlarını beklerken stratejisini hazırlamıştı. Ülkeyi saran gerginlik artıyordu. Ege bölgesindeki Yunan birlikleri bazı noktalarda gerilemeye zorlanmış, ama Müslüman halktan intikam almak amacıyla desteklerle güçlenerek yeniden saldırıya geçmişlerdi. Halkın çoğu öldürüldü; Müslümanların malları toptan imha edildi ve binlerce insan bölgeden kaçtı. Yunan birliklerinin İzmir’e çıkmasına izin veren İtilaf devletleri, Türkiye’nin Ege yöresinin mahvedilmesine, Müslüman çoğunluğun evlerinden sürülmesine ya da beş parasız sürünmeye mahkûm edilmesine yol açmışlardı. Bu durum Venizelos’un homojen bir Yunan yerleşim yeri yaratıp Yunanistan’a ilhak etme tasarılarına çok uygun düşüyordu. Ama yöredeki Müslümanların yaşamları ve yuvaları için savaşmayacaklarını düşünmek aptallıktı. Bölgede oluşturulan Redd-i İlhak Cemiyetleri İstanbul Hükümeti’ne ve İtilaf devletlerine protestolar yağdırıp direniş çağrıları başlattılar. Bu kaynaşmanın Paris’teki Osmanlı Heyeti’nin konumunu tehlikeye atacağından çekinen Dahiliye Nazırı Ali Kemal, 16 Haziran’da ülkedeki bütün postanelere protesto telgraflarını kabul etmemeleri için talimat gönderdi. Türk milliyetçileri ve ülkenin dört bir yanında tehlike altında bulunan Müslümanlar artık toprakların etnik düşmanlara verilmesini önlemeyi başaramayan Damat Ferit hükümetinin, kayıpları geri alma ya da en aza indirgeme çabalarını baltalamaya çalıştığını anlamışlardı. Mustafa Kemal’in savı çok güçlüydü: eğer İstanbul’daki Osmanlı Hükümeti Türk Müslümanlarını koruyamayacaksa, bu görevi başka bir otoritenin yüklenmesi gerekiyordu. Havza’dan, kendi teftiş bölgesinde Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetlerinin bulunup bulunmadığını araştırdı ve oluşturulmalarını da destekledi. Şimdi ise Amasya’da bu kuruluşların alternatif bir otoriteye yasal kılıf olmaları gerektiği kararına varıyordu. Rusya’da Lenin de kendisinden bağımsız olarak kurulmuş olan işçi ve asker örgütlerini ele geçirmek için benzer bir taktik kullanmıştı. Lenin’in elindeki gücü bu örgütlere devretmeye niyeti olmadığı ve Bolşeviklerin onların adlarına hareket etmelerini istediği gibi, Mustafa Kemal de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini toplumu harekete geçirmek için bir araç ve kendi komutası altındaki Türk milliyetçi subaylarının hareketlerine yasal bir otorite kaynağı olarak görüyordu. Lenin, Karl Marks’ın öğretilerinden esinlenirken, Mustafa Kemal siyasi egemenliğin tek kaynağını halkın kendisi olarak kabul eden Fransız Devrimi’nin temel ilkelerine dayanıyordu.
Sayfa 274Kitabı okudu
·
16 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.