Gönderi

Fatih Sultan Mehmed'in Şahsiyeti
İstanbul fâtihi, sınırsız güç sahibi mutlak bir hükümdar olmanın yanı sıra, dünya hâkimiyeti fikrini de benimsemişti. Onun bu düşüncesinin kaynağı, Türk- Moğol hakanlık, İslâmî hilâfet ve Roma imparatorluk fikriydi. Fâtih Sultan Mehmed'in İtalyan nedimlerine Roma tarihleri okutarak bu geleneği kavramaya çalıştığı da bilinmektedir. Onun bu inancı benimsemesinde etrafındaki Bizanslı ve Batılı yakınları (Georgios Trapezuntios, Kritovoulos, Amirutzes, Benedetto Dei, Gaetalı Jacopo, Criaco d'Ancona vb.) rol oynamıştır. İstanbul fethinden kısa bir zaman sonra orada bulunan Jacopo Languschi dünyada tek imparatorluk, tek iman ve tek hükümdarlık olması gerektiğini iddia eden Fâtih'in, bu birliği kurmak için dünyada İstanbul'dan daha uygun bir yer olmadığı, bu şehir sayesinde tüm hıristiyanları hükmü altına alabileceği düşüncesinde olduğunu belirtir. Georgios Trapezuntios Fâtih'e hitaben, "Kimse şüphe etmez ki, sen Romalılar imparatorusun. İmparatorluk merkezini hukuken elinde tutan kimse imparatordur ve Roma İmparatorluğu'nun merkezi de İstanbul'dur" diyordu. Papa II. Pius, Fâtih'i hıristiyanlığa davet eden mektubunda (1463'te yazılmış ve galiba Fâtih'e gönderilmemiş olan bu mektup, Fatih'in sağlığında 1475'te Treviso'da basılmıştır) Papa, Hıristiyanlığı kabul ederse meşrů imparator sıfatıyla dünyanın en kudretli hükümdarı haline geleceğini söylüyor ve kendisine "Grekler'in ve Şark'ın imparatoru" unvanını vereceğini, kuvvetle elde tuttuğu ve haksızlıkla iddia ettiği şeyin hukuken de kendi malı olacağını, bütün hıristiyanların kendisine saygı göstererek ihtilaflarını hal için hakem tanıyacaklarını, birçoklarının kendiliklerinden baş eğeceğini, kendisinin Roma kilisesinin haklarına karşı gelenler aleyhinde onun kuvvetine başvuracağını temin etmekteydi. Fâtih, Ortodoks patriğini (1454), Ermeni patriğini (1461) ve Yahudi baş hahamını (?) pâyitahtında yerleştiriyor, fethe hazırlandığı dünyayı öğrenmek üzere Amirutzes'e 1456 yazında dünyanın haritasını yaptırıyordu. Fâtih'te cihan hâkimiyeti fikrine İbn Kemal, "Tedbiri cihangirlik zikrinde idi" diye işaret eder. Aslında selefleri gibi Fâtih için de bu iddialar, siyasî birer araçtan ibaretti. Fâtih, İslâm âleminde de gazânın en büyük mümessili, İslâm memleketlerinin gerçek koruyucusu sıfatını benimsemekte, hareketlerini buna göre meşrulaştırmaya çalışmaktaydı. İran'da yerleşen Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan'ın Anadolu üzerinde nüfuz ve üstünlük iddialarına karşı da, Osmanlı padişahının soyunu Oğuz Han'a çıkaran geleneklere daha çok önem verdiğine dair işaretler vardır. Gazâ ve fütuhat siyasetinin mümessili gibi göründüğü yıllarda Fâtih, doğan ilk oğluna büyük dedesi Yıldırım Bayezid'in, üçüncü oğluna İran geleneğinin ünlü hükümdarı Cem'in ve torununa da Oğuz Han'ın adını vermiştir. Denilebilir ki, Fâtih'in şahsında Türk, İran, İslâm ve Roma hükümdarlık geleneklerini birleştiren "Osmanlı padişahı" doğmuştur. Din felsefesi meselelerine de âșina olan Fâtih Sultan Mehmed'in coğrafya, matematik, astronomi ilimlerine özel bir ilgisi vardı. Çeşitli ilimleri tahsil için uzmanları kendisine hoca tayin ederdi. Bunlar belli saatte gelip ona ders okuturlardı. Hocazåde Muslihuddin, Molla Gürani, Molla İlyas, Sirâceddin Halebi, Molla Abdülkadir, Hasan Samsunî, Molla Hayreddin hocalarındandır. Başlangıçta, Akşemseddin'in de onun üzerinde büyük tesiri olmuştur. Fâtih'in Arapça ve Farsça'ya vakıf olduğuna şüphe yoktur. İç oğlanlarıyla saray çevresi, Yunanca ve Slavca'yı öğrenmesine elverişliydi. Fâtih, Arabistan ve İran'da devrinin büyük ulemâsını tanır, onları kendi ülkesine getirtmeye çalışırdı. Kendi ülkesindeki ulemânın, Acem ve Arap ulemâsı düzeyinde olmamasından dolayı üzüntü duyuyordu. Ancak Hocazâde ile yabancılar karşısında övünürdü. Fetihten sonra İstanbul'da sekiz kiliseyi (bu arada Zeyrek Medresesi) medrese haline getirdi; Ayasofya medresesini açtı. 1470'te kendi camisi etrafında ünlü Semâniyye medreselerini yaptırdı. Kendisi medreseleri bizzat teftiş eder, dersleri dinler ve ödül verirdi. Sarayda, seferlerde, yolda, sünnet düğünü gibi toplantılarda ilmî tartışmalar yaptırırdı. Devrinin en büyük âlimleri Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Yegân, Hızır Bey ve Hocazâde Muslihuddin'dir. O dönemde yetişmiş seçkin ilim ve idare adamlarının çoğu bunların talebeleridir. Fıkıhta Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, kelâmda Hocazâde bütün İslâm âlemince makbul eserler yazmışlardır. Bu devir Osmanlı Türkleri'nde matematikte oldukça parlak bir devirdir. Fâtih, kendi döneminde, ilim ve felsefe tarihinin en önemli meseleleri üzerinde âlimleri tartışmaya ve eser vermeye teşvik etmiştir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî ile Teftâzânî arasında ulemâyı ikiye ayıran ünlü tartışmayı tazelemiştir. Kendisi din felsefesinde Seyyid Şerîf'e eğilim gösterirdi. Öte yandan İbn Rüşd ile Gazâlî arasındaki ilâhiyata ait büyük tartışmayı, Hocazâde ile Ali et-Tûsîye inceletmiştir. Çeşitli kaynaklar, Fâtih'in felsefeye ilgisini belirtir. Fâtih, Amirutzes ile felsefi konuşmalar yapardı; "Zira sultan en keskin zekâlı feylesoflardan biridir". Amirutzes, Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios, Hocazâde gibi Doğu'yu ve Batı'yı temsil eden devrin büyük zekâları onun huzurunda birleşiyordu.
Sayfa 222Kitabı okudu
·
72 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.