Gönderi

“Doğru ya, dedi, benim ufak tefek dertlerimle başınızı ağrıtırken, neredeyse hastanızı unutacaktım! Özür dilerim sayın meslektaşım ve hemen konumuza dönelim! Öte yandan, size daha önceden bilmediğiniz ne söyleyebilirim ki! Onca sallantıda duran kuram, onca tartışmalı deney arasında, makul olanı aslına bakarsanız hiçbirini seçmemektir! O halde elinizden ne geliyorsa onu yapın sayın meslektaşım! Mademki bir şeyler yapmanız gerek, elinizden geleni yapın! Zaten bana sorarsanız, aramızda kalması kaydıyla size şunu söyleyebilirim ki, bu tifo hastalığı illallah dedirtti bana! Ne kadar bıkıp usandığımı tahmin bile edemezsiniz! Gençken tifoya el attığımda, bu alanda araştırma yapan bir avuç insandık henüz ve dolayısıyla, bir anlamda, sen ben bizim oğlan sayılırdık, karşılıklı olarak birbirimizi pohpohlayıp göklere çıkarabiliyorduk... Oysa şimdi, ne desem? Laponya’dan bile geliyorlar azizim! Peru’dan! Ve her Tanrı’nın günü daha niceleri! Her yerden sökün ediyor uzmanlar! Japonya’da seri üretime bile geçmişler! Birkaç yıl içinde, şu koca dünyanın, temcit pilavına dönen bu basmakalıp konuyla ilgili evrensel ve ipe sapa gelmez tebliğlerin uçuştuğu bir çingene düğününe döndüğünü gördüm. Yerimi koruyabilmek ve savunabilmek için, olabildiğince elbette, hep aynı küçük makalemi bir kongreden ötekine, o dergi senin bu benim taşıyıp defalarca yayımlamaya razı olmak zorunda kalıyorum, tabii her mevsim sonunda ustaca ve sudan, incir çekirdeğini doldurmayacak değişiklikler yaparak sadece... Ama, inanın bana sayın meslektaşım, artık tifo, günümüzde, mandolin ve banço kadar ayağa düştü. Ölür müsün öldürür müsün! Herkes ayrı telden çalmak istiyor, kendince. Yo hayır, itiraf etmeliyim ki, artık bu iş için daha fazla canımı sıkacak takatim kalmadı, ömrümün sonunu getirebilmek için özlemini çektiğim şey, kendi halimde sessiz sedasız araştırma yapabileceğim bir yer, öyle ki artık bana ne düşman kazandırsın ne de öğrenci, ama şöyle kıskanılmayacak cinsten vasat bir şöhret getirsin, bununla gayet rahat yetinirim ve üstelik buna çok da ihtiyacım var. Çeşitli zırvalar arasında aklıma gelenlerden biri, Kuzey ülkeleriyle Akdeniz bölgesi arasında merkezi ısıtmanın basur üzerindeki etkisinin kıyaslanması. Ne dersiniz? Hijyen? Rejim? Bayağı moda oldu bu konular! değil mi? Uygun şekilde sürdürülen ve uzatılabildiğince uzatılan bu tarz bir inceleme eminim çoğunluğu bu ısınma ve basur konularına asla kayıtsız kalmayacak ihtiyarlardan oluşan Akademi’nin bana sıcak bakmasını sağlar. Baksanıza, onları yakından ilgilendiren kanser için neler yaptılar!.. Ardından Akademi de beni bir şekilde onurlandırıversin, artık hijyen ödülü mü verir ne verir? Orasını bilemem... On bin frank desek şuna? Ha? Bakın işte bu parayla bana bir Venedik seyahati çıkar... Vakti zamanında gençken Venedik’e gitmiş olduğumu biliyor muydunuz, genç dostum... Ya, öyle işte! Her yerde olduğu gibi orada da açlıktan nefesi kokanlar var elbette... Ama aynı zamanda bir daha kolay kolay unutamayacağınız kadar görkemli bir ölüm kokusu da teneffüs ediyorsunuz...”
·
14 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.