Gönderi

... karısının söylediğine göre, annesi babasını ‘öteki’ diyerek anmıştı. ‘Öteki’…; The Man… Bu, şişkonun aklına bir İngiliz ozanın bir savaş şiirinden bir bölümü getirmişti. Şiirde ‘man’ sözcüğündeki ‘m’ büyük harfle yazılmıştı. Bir anımsamadan daha çok, her ânın var olması söz konusuydu. Tıpkı ‘arı toprak’ mezhebinin İlâhilerinin müteveffa büyükannesinin ruhunda, ömür boyu yaşaması gibi, bu şiir de bir dua benzeri onun ruhunun ve bedeninin ayrılmaz parçası olmuştu. Ona göre, ‘öteki’nin savaşın en civcivli zamanında Çinli dostlarının art arda öldüklerini öğrendiği sırada yalvarmasını anlatıyordu. “The voice of Man: O, teach us to outgrow our madness.” Eğer bu ses— “Ne olur, bize deliliğimizden kurtulmayı öğret”—‘öteki’nin sesiyse, diyordu şişko, ‘bizim deliliğimiz’ aynı zamanda onun ve benim deliliğimdi. Şimdiye kadar, bu dizeleri bir dua gibi mırıldandığında ‘bizim deliliğimiz’ şişkoya göre her zaman onun ve oğlu Eeyore’nin deliliğiydi. Ama şimdi artık bu iki sözcük yalnızca ‘öteki’ ve kendisi için geçerliydi; başka kimse için değil. ‘Öteki’ o kerpiç odasındaki berber koltuğunda yığılı ağır kitlesiyle gözleri kapalı, kulakları tıkalı durumda, durmadan bu duayı yinelemişti: “Lütfen, ona ve bana, delilikten nasıl kurtulacağımızı öğret.”
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.