Bir seyyahla, onun çölde karşılaştığı yırtıcı hayvanları
anlatan o şark masalını kim bilmez ki! Seyyah, yırtıcı bir
hayvandan kurtulmak için kendini kurumuş bir kuyuya
atar. Tam o anda, kuyunun dibinde onu yutmak için ağzını
açmış bekleyen bir ejderha görür. Yırtıcı hayvan tarafından
parçalanmamak için yukarı çıkmaya cesaret edemeyen ama
ejderha tarafından yutulmamak için aşağıya da atlayamayan
bu zavallı seyyah, kuyunun duvar taşları arasında boy vermiş bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur. Az sonra elleri
uyuşmaya başlar ve kendisini her iki tarafta bekleyen felâketin kucağına düşeceğini anlar; ancak dala hâlâ sımsıkı tutunmaktadır. O sırada birkaç farenin, onun tutunduğu dalın
çevresinde dolaşmakta ve dalı kemirmekte olduğunu görür.
Dal kopacak ve o da canavarın ağzının ortasına düşecektir.
Seyyah bunu görünce kurtulma ümidinin artık hiç kalmadığını anlar. Çaresizlik içinde çevresine bakarken, dalın yapraklarında bal damlaları görür; dilini uzatır ve bunları yalamaya başlar. İşte, ben de aynen bu seyyahın benzeriydim;
ölüm ejderhasının kaçınılmaz bir şekilde beni beklediğini,
beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim hâlde, son bir
ümitle hayatın dallarına tutunuyordum ve bu azaba niye
düştüğümü de aklım bir türlü almıyordu.
Bana o güne kadar
teselli vermiş olan balı yalamayı deniyordum; ancak bal artık tat vermez olmuştu. Ölüm ejderhası ağzını açmış beni
yutmak için beklerken, yaşamın kemirgen fareleri de tutunduğum dalı kopartmaya çalışıyorlardı. Bense artık sadece
kendilerinden kaçamayacağım o ejderha ile fareleri görüyor,
gözümü onların üzerinden ayıramıyordum. Üstelik bu bir
masal değildi; gerçeğin ta kendisiydi. Bu, aksinin ispatlanamayacağı ve herkesin algılayabileceği bir gerçektir.