Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

320 syf.
·
Puan vermedi
Belki de bir 30 yıl vardır polisiye okumayalı. Feneryolu Cinayetleri'ni elime aldığım zaman aklımda bu vardı. Dolayısıyla bir önyargı. Kerim Ülkü’nün aldığı mektupla başlıyor roman. Kerim Ülkü romanın ölümsüzü. Ve Faruk Arman, bir polisiye yazarı da giriyor devreye birkaç sayfa sonra. Faruk Arman’ın dahiliyetinden sonra romanın sayfalarını çevirmeyi bırakıyorum ben de. Roman yapıyor bunu elbette, içine alıyor beni çünkü. Tam 21 kişi anlatıyor. Bazıları bir defadan fazla. Asla bir kargaşa yaşamıyorsunuz ama. Bazıları mektupla. İlk elden, isim seçimlerinin titizliği mest ediyor. Ve dili romanın. Üslubu değil ha, dili. Bir üslup işaretleyicisi olarak dili romanın, romanın geçtiği zamanın dili zira. Ve üslubuyla beraber “çünkü ben oradaydım “dedirtiyor. Bazı kurmacalarda "ben kahramanım" hissi uyanır içinizde. Bazıları "evet ya, nasıl görmemişim" hissi yaratır. Bazıları "benim dilimdendi sanki" hissi. Ve daha neler neler. Hepsinin içinde yoğun bir duygu vardır. Ama bazıları "ben oradaydım" hissi yaratır daha okumanın ilk sayfalarında. Bunlar her okuduğum kurmacada olur dersem, yalan söylemiş olurum elbette. Evet ben oradaydım gerçekten de. İşte bu roman bana bunu hissettirdi. Çünkü dili çok sahiciydi. “Acaba yüzü kızarmış mıydı? Bunu bilemiyorum. Çünkü televizyon renkli yayın yapmıyordu,” gibi ustaca verilmiş detaylar, temini bir hayli güçlendiriyor. Yeşilçam, kendi içinde yaşanan ilişkiler, halkın onlarla yaşadığı duygular o kadar güzel işlenmiş ki, bir adı hariç her şeyin değiştiğini Yeşilçam’da, anlıyorsunuz. Yeşilçam ve Beyoğlu arasında o zamanlar var olan bağ, içinizde bukle bukle açıyor. Naif bir Capote göndermesi kültürümüzün beslendiği kanallara işaret etmesi bakımından oldukça başarılıydı. Audrey Hepburn’ü ilk Tiffani’de Kahvaltı sonra da Roma Tatili ile sayfalarına taşıması çok hoştu yine. Doktor Rükneddin Maraşlı, gramofondan bahsediyor. Şikâyeti de var. Sabah akşam aynı parçanın, Yesari Asım’ın, Akasyalar Açarken şarkısının çalmasından şikâyeti. Yani, müzik de var bol bol. Aslında bir devrin ideolojisini şarkılar üstünden çok güzel vurguluyor. “Cumhuriyet çocuğuyuz ya, eski devre ait ne varsa, gözümüzde değeri sıfır,” derken asla taraf değil. Alaturka müziğe bakışı böyle vurguluyor. Bir dönem yasaklandığını hatırlıyorum ben de. Hatırlıyorum dediğim, okuduğum bir şey bu, yaşadığım değil. Ve şarkılar evet. İstanbul, şarkılar olmadan işlenseydi büyük bir kayıp olurdu benim için. Unutmamış yazar. Şarkılar üstünden de anlatmış İstanbul’u. “Sarahaten acaba söylesem darılmaz mı? Darılmak adeti, bilmem ki, çapkının naz mı? Desem ki, ben seni... Yok dinlemez ki... Hiddet eder.” “Hiç durma, onunla hemen evlen. Sevdiğin kız merhametliyse,” yıllar sonra bile değişmemiş. Bana uyar. İstanbul mekanları romanda anlatılan, tamamen cumhuriyet İstanbul’u. Tarihi Yarımada hemen hemen hiç geçmiyor. Çünkü tüm kahramanlar cumhuriyet çocukları. Fatih’te yaşayanlar da yaşanan hayatlar da çok yabancı onlara. Dolayısıyla, asıl İstanbul, cumhuriyet İstanbul’unun dışında, terk edilmiş. Türk filmlerinde bir konsept, bir klişe vardı o zamanlar. Başrollerdeki erkek ve kadın karakterlerin yanında yakın arkadaşları olurdu. Onların kendilerine ait hayatları olmazdı. Baş kahramanların hayatlarını yardımcı olarak yaşarlardı. Baş kahramanlar üzülürse onlar da üzülür, mutlu olunca onlar da mutlu olurlardı. Melodramlarda halkı filme onlar adapte ederdi adeta. İzleyiciler kendilerini baş kahramanlardan çok bu yardımcı karakterlerin yerine koyar, onlar da tıpkı bu yardımcı karakterler gibi kahramanlar için kâh ağlar kâh mutlu olurlardı. Kötülerle iyiler arasındaki bu oyuncular aslında izleyicinin vicdanlarıydılar. Bunu yakaladım ben. Biliyordum, bu kitapta da buldum. Anadolu’dan göçmüş hali vakti yerinde insanlar kendi kültürleriyle geliyorlar. Geldikleri yerde kalburüstü olmaları, İstanbul’a gelince İstanbullulukları için yeterli olmuyor. Koydukları isimler ilk kuşak için böyle. Ama ikinci kuşaklarda durum tamamen değişiyor. Piraye ismine, Tiraje isminde bir kız kardeş, ben bunu gelenekten kopma olarak aldım. İstanbul’da da gelenek var elbette. Kendi geleneği. Olmaz mı? İstanbulluluk geleneği. Cumhuriyetin ideolojisiyle onlar da çelişiyor. İsimleri, dinledikleri müzikler vs. Ama yeni cumhuriyetin yeni ideolojisini almaya daha yatkınlar. Birçok edebi eserin adı geçiyor. Bir kısmı sözünü eden kahramanın hayatına uygun bir seçimken, bir kısmı anlatıcının konusuyla alakalı bir özdeşlik kurmak için kullanılmış. Piraye’nin başrolündeki Belgin Doruk’un kardeşini oynayıp hayatının dönüm noktası olan “Beyaz Zambak” filmi, ki böyle bir filmi bulamadım, Grigory Petrov’un, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Atatürk'ün askeri okulların müfredatına koydurduğu kitabına bir göndermeydi benim için. Belki de yazarının aklında yoktu böyle bir şey. Tiyatro, resim gibi sanat dalları hem işlenen döneme ve dönem kahramanlarının yaşamına dair ipuçları vermek için hem de kurmacanın düğümünü çözmek için ustaca kullanılıyor. Kitapta bazı isimlerin gerçekte var olanlardan alınması, bazılarının kurmaca için uydurulması sık sık Google araması yapmama sebep oldu. Çünkü kurmaca oldukça inandırıcıydı. “Bebeğim ve Ben” kitabı vardı. Bir zamanlar annelerin el kitabıydı. Aynı konuda çok kitap basıldı sonra. Aynı isim etrafında dönüyordu. Ben ve bebeğim, sonra Gelişim ansiklopedi yaptı çok tutunca. Yazar bunu da unutmamış. Hoşluktu benim için bu da. Serencebey yokuşunu çıkmayalı kaç koca yıl olmuştur kim bilir? Borcum olsun. Keyfi adalet benim en korktuğum aksaklıklardan biridir. Yazar bu konuyu Nuriye Bostancı üstünden ustaca işliyor. Asla didaktik olmadan. Keyfi adalet yalnız günümüzün değil, her çağın en büyük belası oldu. Suç nedir? Cezası ne olmalı? İki tane sübjektif kavram yan yana. Bunların yanına, devlet gücünü eline geçiren kim olursa olsun, denetlenmesini engellemek için gerekli tedbirleri aldığında, sınırsız bir güce sahip olduğu gerçeğini ekleyin. Bunu sadece cinayetlerle alakalı almayın sakın. Her konuda ama her konuda her an her şey ters yüz edilmiş halde kendinizi devletin haşin adaletsizliğinin namlu ucunda bulabilirsiniz. Devletin de onun mekanizmalarının da dışında bulursunuz kendinizi. Harcar sizi devlet. Kafka’nın Dava’sı gibi neden suçlandığınızı bile anlayamazsınız. Ara ara, bir Yeşilçam melodramının içinde buluyorsunuz kendinizi. Kitabı okurken hem derin bir araştırmayla verilen İstanbul ve romana konu olmuş kesimin hayatını öğreniyorsunuz hem de anlatıcıların romana soktukları yeni detaylarla katil kim sorusuna dönüyorsunuz. Peki polisiye kısmı ne oldu, dediğinizi duyar gibiyim. Bir okur bir kurmacaya başladığında önyargılı olur. Kurmacanın içine girmemek için bir direnç gösterir. Hele de bu bir polisiyeyse, bu direnç daha da katmerlidir. Kurmacanın matematiğinde olabilecek hatalar arar. “İllaki bir zayıf karnı vardır, onu bulmalıyım”ın peşindedir. Bu bir apriori değil elbette. Belki de benim okuma tekniğim böyle. İşte bu direnci kırıldığı zaman okurun, sayfaları çevirmekten vazgeçer, içine girer kurmacanın. Benim direncim nerede kırıldı fark edemedim. Galiba romanın başlarında oldu bu. Çünkü yazar daha konunun başında sizi azgın, zaptı zor bir Ahal Teke’ye bindiriyor. Mahmuzluyor atınızı. Hemen her anlatıcının bir kurgusu var. Hepsine katılmasanız da, tabii ya, bu doğru galiba dedirten senaryolar okuyorsunuz. Bazen duygularınızda yanılıyorsunuz. Kötülere sempati iyilere antipati duyuyorsunuz. Güvenilmez anlatıcıları ayıklamaya çalışıyorsunuz. Bu da huzursuzluğunuzun artması, kitaba daha çok sarılıp okuma temponuzu arttırmanız demek. Bir şeyler kaçırmamaya çalışmak da, ayrı bir endişe oluyor. Zekice kurgulanmış polisiyelerde hep olur bu. Bu kitap tam da öyle işte. Maddi olmayan psikolojik kanıttan söz ediyor Ülkü. Merak ettim ben de, hatta hissetmeyi kastediyor galiba diye düşündüm. Hissetmek nasıl kanıt olabilir diye de düşünmedim değil. Meğer kastettiği, Piraye’nin intihar etmeden evvelki haleti ruhiyesiymiş. “Çünkü,” diyordu Ülkü, “intihar etmeyi düşünen bir insan, gelecekle ilgili planlar yapmaz. Çünkü onun geleceği yoktur.” Oldukça zekice yazılmış kitap sürükleyiciydi. Altınızdaki Ahal Teke’yi hatırlıyor, bu harika atı terletmek için mahmuzluyorsunuz. Tabii asıl terleyen siz oluyorsunuz. Her anlatıcı sizi bir oraya bir buraya savuruyor. Bir çöl fırtınasında yalnız olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Kerim Ülkü’nün finalde yaptığı çözümleme aklınıza gelmeyen öyle şeyleri mümkün kılıyor ki, çok terse yatacağınıza, hatta “yok daha neler. Bunlar da mı,” diyeceğinize garanti veririm. Bir de, Kerim Ülkü’ye alışsanız iyi olur. Çok bereketli bir dostunuz var artık. Bir kurmaca yayınlandıktan sonra yazarından çıkar, okurun olur. Her okur yeniden üretir kurmacayı. Nihayetinde ben de bir okurum. Bu incelemem de benim okumam. Belki bir güvenilmez anlatıcı da benim. Tavsiyedir. Polisiye sever olmanız da gerekmez. Çünkü zengin içerikli bir kitaba hangi okur hayır diyebilir ki? Okumaya başlayın kitabı, her ara verdiğinizde içinizde oluşacak dantelli sehpaya koyma isteğine uyun ama. Dantelli sehpadan alıp devam etmek ne kadar da güzeldir. Bu kitaba yakışıyor. NTV radyodan bu linki tıklarsanız, soundcloud.com/ntvradyo/cinaye... Sevin Okyay'dan güzel bir inceleme dinleyebilirsiniz. Romandan bir bölüm okunması da cabası.
Feneryolu Cinayetleri
Feneryolu CinayetleriGencoy Sümer · Herdem Kitap · 2017163 okunma
··
352 görüntüleme
Erhan okurunun profil resmi
Kitabı bilmememe rağmen çok güzel bir romana çok güzel bir inceleme diyebiliyorum sayende Metin Hocam. Gerçekten okumak istiyor insan, ki ben İstanbul göndermelerine fazla dikkat etmem normalde senin gibi. Eline emeğine sağlık, Gencoy bey de okusa aynısını der eminim
Metin T. okurunun profil resmi
Açıkçası bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim Erhancığım. Bir kere bu roman sadece bir polisiye roman değildi benim için. Teşekkür ederim.
1 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Li-3 okurunun profil resmi
Abi emeğin, mesain ve güzel yazın karşısında reveransa duruyorum :) Eline sağlık . :) Sayende merakım cezbolundu . Ekliyorum listeme :))
Metin T. okurunun profil resmi
Pişman olmazsın dostum inan.
Necip G. okurunun profil resmi
Metin Abi tek bir incelemeye sanatın 8 dalını, toplumsal değişimi, edebiyatta dil ve üslubu, eski İstanbul’u, yeşilçam filmlerine dair muhteşem detayları ve polisiye ile olan ilişkisini nasıl sığdırdın bilemiyorum ama ben nasıl başladım, nasıl bitirdim inan farkına varamadım:) Senin kitap incelemelerinin şöyle bir tehlikesi var: Senin incelemeni referans alıp kitabı okuduğumuzda, kitabın kendisinin incelemeden daha zayıf kalma ihtimali mevcut:) çünkü sen bir okuduğuna bin katıp aktarıyorsun bize. Kitabın içeriği gerçekten bu kadar zengin mi yoksa Metin Abi’nin düşünce zenginliği araya kaynak mı yapmış diye düşünmeden edemiyorum:) Emeğine ve kalemine sağlık Metin Abi...
1 önceki yanıtı göster
Metin T. okurunun profil resmi
Eğer bu romanı okursan Necipciğim, korkarım ki bunca yazıma rağmen bu fukaraya, kifayetsiz muhteris deme ihtimalin olacak. Yorumunu önüne koyarım bilesin. Bilmukabele Necipciğim, var ol.
Burak Oral okurunun profil resmi
Merhaba Türk polisiyesi olarak
Yedi Kollu Şamdanın İzinde
Yedi Kollu Şamdanın İzinde
kitabını size öneriyorum. Çok beğeneceğinizi düşünüyorum. Arkeoloji ve polisiye bir arada. Yazar Burak Oral
Metin T. okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, not aldım.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.