Evvel zamanda gençlerden birinin bir kasabaya yolu düşmüş. Kasabanın kahvehanesinden içeri girince kar ve tipiyi dışarıda bırakmanın sevinciyle canlı bir selam vermiş:
– Esselamü aleyküm !
Kahvenin peykelerinde oturanlardan ancak birkaçı başlarını dama yahut satranç tablalarından kaldırmadan şöyle yan gözlerle gelene bakıp kendi hallerinde oyuna devam etmişler. Delikanlı selamının itibarsızlığına biraz alınmışsa da şu sıcağın keyfini çıkartmak lazım diye eşiğe yakın bir yerde paltosunu çıkarmış, bir iskemle çekmiş ve oturup ocağa seslenmiş:
– Bana bir sade kahve!
Bu söz üzerine kahvehanedeki adamlardan, hatta ihtiyarlardan birkaçı başlarını çevirip,
– Ve aleyküm selaaaam delikanlı!
– Dışarısı çok soğuk galiba! Bir sade kahve içini ısıtır, gibi sözlerle selam alıp mukabelede bulunmuşlar. Delikanlı kahvesini bitirdikten sonra çevresine bakmış, yine kimsenin onunla ilgilendiği yok. Canı sıkılmaya, saatler ilerlemeye ve gözlerini uyku bastırmaya başlayınca belki uykusunu açar diye yeniden kahve istemeye karar vermiş:
– Efendi! Bana bir sade kahve daha! Bu söz kahvehanede müthiş bir kıpırdanmaya sebep olmuş ve evvelce selamını alanlar bu sefer iskemlelerini alıp delikanlının çevresine sokulmuşlar:
- Eee! Hoşgeldin . Anlat bakalım yiğidim. Kimsin, kimlerdensin, nereden gelirsin, nereye gidersin yollu sorular ve ardından hemen koyulaşıveren sohbet. O sırada delikanlı halinden ve gördüğü ilgiden gayet memnun herkese bir ikramda bulunmak istemiş:
– Garson, herkese benden birer çay!
Tabii olan olmuş ve iskemlesini kapan eski yerine!.. Bize göre acı kahvenin hatırı işte bu olsa gerek.