Gönderi

Taş Devri’ndeki avcı-toplayıcılar mağaralarının önü güzel olsun diye çim yetiştirmezdi. Atina Akropolisi’nde, başkent Roma’da, Kudüs Tapınağı’nda ya da Pekin’deki Yasak Şehir’de ziyaretçileri karşılayacak bir yeşil alan yoktu, özel mülklerin ve kamu binalarının önündeki alanlarda çim yetiştirme fikri ortaçağın sonlarına doğru Fransız ve İngiliz aristokratların şatolarında doğdu. Modern çağın başında bu alışkanlık kök salarak asaletin sembolü hâline dönüştü. Bakımlı çimler, özellikle çim biçme makineleri ve otomatik sulama sistemlerinin olmadığı devirlerde çok fazla zahmet ve emek gerektirdiği hâlde karşılığında hiçbir değerli ürün vermiyordu. Çim yemedikleri için üzerinde hayvan bile otlatamıyordunuz. Yoksul köylülerin değerli toprakları ve zamanlarını çimlere harcayacak lüksü yoktu. Şatonun girişindeki bakımlı çim alansa kimsenin taklit edemeyeceği özel duruma oldukça yaraşır bir statü sembolüydü. “O kadar varlıklı ve güçlüyüm ve o kadar çok toprağım ve hizmetkarım var ki bu yeşil fanteziyi karşılayabiliyorum,” demenin aleni bir beyanıydı. Çim alan ne kadar bakımlı ve büyükse hanedan o kadar güçlü demekti. Bir dükü ziyaret ettiğinizde çimleri bakımsızsa onun da sıkıntı içinde olduğunu bilirdiniz. Kıymetli çimler sık sık önemli kutlamalara, sosyal etkinliklere ev sahipliği yapsa da, geri kalan vakitlerde yasaklı bölgeydi. Bugün bile sayısız saray, hükümet binası ve kamu alanında tabelalar insanlara, “Çimlere basmayınız,” uyarısında bulunur. Oxford’da olduğum dönemde sadece yılda bir gün oturmamıza ve dolaşmamıza izin verilen harikulade çimlerle kaplı kocaman bir avlu vardı. Diğer günlerdeyse ayağıyla kutsal çimeni kirleten öğrencinin vay hâline… Asil saraylar ve şatolar çimleri bir otorite sembolüne dönüştürdüler. Modern dönemin sonunda kralların kafası uçurulup, dükler giyotine yollanırken yeni başkan ve başbakanlar çimleri korudular. Parlamentolar, yargı binaları, başkanlık sarayları ve diğer kamu binaları bakımlı keskin yeşil bıçakların üzerinde güçlerini ilan ettiler. Bir yandan da çimler spor dünyasını ele geçirdi. Binlerce yıldır buzdan kuma, akla gelebilecek her türlü zeminde oynayan insanlar, ne hikmetse son iki yüzyıldır futbol ve tenis gibi önemli oyunları çimlerde oynamaya başladı. Tabii ki sadece parası olanlardan bahsediyoruz. Rio de Janerio’nun favela’larında Brezilya futbolunun gelecek nesilleri toprak ve çamurun içinde eğreti toplarla oynarken, zengin banliyölerde çocuklar özenle bakılan çimlerin üzerinde keyiflerine baktı. İnsanlar o vakitten beri çimleri siyasi güç, sosyal statü ve ekonomik varlıkla ilişkilendiriyor. 19. yüzyılda yükselen burjuvazinin heyecanla çimleri benimsemesine şaşmamalı, önceleri sadece bankacı, avukat ve sanayiciler özel mülklerinde çim alan kullanabiliyordu. Sanayi Devrimi orta sınıfı genişletip, çim biçme makinesi ve otomatik sulama sistemlerini geliştirince milyonlarca aile bir anda çim masrafını karşılayabilmeye başladı. Amerikan banliyölerinde taptaze çimlen varlıklı insanların lüksü olmaktan çıkıp bir orta sınıf ihtiyacına dönüştü. Banliyö kültürüne yeni bir geleneğin eklenmesi de bu zamana rastlar. Kilisedeki pazar ayininden sonra birçok insan sadakatle çimlerini biçmeyi âdet hâline getirdi. Sokaklarda yürürken, her ailenin çimlerinin genişliği ve durumuna bakarak varlıklarını ve statülerini ölçebilmeye başladık. Şu bakımsız çimlerin hâlinden yan komşunun evinde bir terslik olduğu belli. Çim bugün ABD’de darı ve buğdaydan sonra en yaygın ekin; çim pazarıysa (bitkileri, gübresi, biçme makineleri, sulama sistemleri ve bahçıvanlarıyla) her yıl milyarlarca dolar büyüyor. Çimler sadece bir Avrupa ya da Amerikan çılgınlığı olarak da kalmadı. Loire Vadisi’ni hiç ziyaret etmemiş insanlar bile, ABD başkanlarını Beyaz Saray’ın çimlerinde konuşma yaparken gördü, yeşil sahalarda futbol maçları izledi ya da Homer’la Bart Simpson’ın çim biçme sırasının kimde olduğu üzerine ettikleri kavgalara şahit oldu. Dünyanın her yerinde insanlar çimleri güç, para ve prestijle ilişkilendirdiler. Uçsuz bucaksız diyarlara yayılan çimler, şimdi de İslam dünyasının kalbini çalıyor. Katar’da yeni inşa edilen İslami Sanatlar Müzesi’nin çimleri, Harun Reşid’in Bağdat’ından çok XIV. Louis’nin Versay’ım anımsatıyor. ABD’de bir şirket tarafından tasarlanıp üretilen ve Arap çölünün ortasında 100 bin metrekareden fazla yer kaplayan çim alanın yeşil kalabilmesi her gün akıl almaz miktarda su harcanarak sağlanıyor. Bu sırada Doha’dan Dubai’ye banliyölerdeki orta sınıf aileler de çimleriyle gururlanıyor. Beyaz entariler ve kara çarşaflar olmasa kendinizi Ortadoğu’dan çok ABD’nin ortasında sanabilirsiniz. Çimlerin tarihini okuduktan sonra, hayalinizdeki evi tasarlarken önüne küçük bir çim alan kondurma fikrini tekrar gözden geçirebilirsiniz. Yine de dilediğinizi yapmakta özgürsünüz tabii. Ancak Avrupalı düklerden, kapitalist patronlardan ve Simpsonlar’dan vasiyet aldığımız kültürel yükten özgürleşip kendiniz için bir Japon kaya bahçesi ya da tamamen özgün yeni bir tasarım da hayal edebilirsiniz. Tarihi öğrenmek için en iyi motivasyon geleceği tahmin etmek değil kendinizi geçmişten kurtararak başka yazgılar tasavvur edebilmektir. Bu şüphesiz sınırsız bir özgürlük tanımaz, geçmişle şekillendiğimiz gerçeğinin önüne geçemeyiz; ancak bir parça özgürlük bile hiç olmamasından iyidir.
Sayfa 72 - Kolektif
·
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.