"11.Tümen’in kahraman kumandanı
Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu.
Kolordu Kumandanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve batıdan düşmana saldırttığı diğer tümenlerine yeniden şiddetli ve
hızlı hareketler için emirlerini ulaştırıyordu.
2. Ordu’nun 16. ve 65. Tümenleri düşmanla gerçek savaşa girişiyorlar,
diğer tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı.
Arkadaşlar!..
Saat ilerledikçe gözlerimin önünde
gelişen manzara şu idi:
Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını
görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve
telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin
ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü özellik kalmamıştı.
Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden
birbirini izleyen vurucu hatlarımızın,
batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha
ileride görülüyordu.
Düşman alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri, düşman alanlarını içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü
bir kıyametin kopmak üzere olduğu
bütün ruhlarda duyuluyordu.
Kısa bir sürenin sonunda dünyada
büyük bir yıkım olacaktı.
Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi...
Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı o dakikada Türk süngüleri düşman dolu
o sırtlara hücum ettiler.
Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir arta kalanlar kitlesi bulunuyordu.
Kendilerinin dediği gibi çok korkan
ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin
tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu."