Gönderi

Marx iktisat alanına ve "yansıma bilinç" gibi saçma bir kurama sürgün edilmiş, Nietzsche kendi kendisini çelişkisizce anlatmayı bile başaramayan bir biyolojizmle perspektivizme doğru itilmiş, Freud ise psikiyatrinin içine tıkılıp sırtına basitleştirici bir tümcinsiyetçilik giydirilmiş durumda. Üç düşünürün ortak kastına dönersek, orada bilinci bütünüyle "yanlış" bilinç sayma kararını görüyoruz. Bu noktadan sonra üçü de farklı bir tarzda olmak üzere kartezyen kuşku sorununu yeniden ele alıp Descartes kalesinin orta yerine taşımaya girişiyorlar. Kartezyen okulda yetişmiş felsefeci bilir ki şeyler kuşkuludur, bize göründükleri gibi değildir. Gelgelelim, bilincin de kendi kendine göründüğü gibi olmadığından kuşkulanmaz; bilinçte, anlam bilinci ile anlam örtüşme halindedir. Marx, Nietzsche ve Freud'dan bu yana ise biz bundan kuşkuluyuz. Şey üzerine duyulan kuşkudan sonra, bilinç üzerine de kuşkuya kapılmış durumdayız. Ancak, bu üç kuşku ustası üç kuşkuculuk ustası değil. Elbette, üç büyük "yıkıcıdır" onlar. Yine de bizi yanıltmamalıdır bu durum. Heidegger, Sein und Zeit/ Varlık ile Zaman'da, yıkımın her yeni kuruluşta bir uğrak olduğunu söylüyor; Nietzsche'nin dediği gibi dini "halk için Platonizm" saydığımız ölçüde, buna dinin yıkımı da dahildir. Düşüncenin, aklın, hatta inancın hâlâ bir anlam taşıyıp taşımadığı sorusu, ”yıkım"m ötesinde sorulur.Üç düşünür de daha sahici bir söze, yeni bir hakikatin egemenliğine yer açarken bunu yalnızca "yıkıcı" eleştiriyle değil, aynı zamanda bir yorumlama sanatı icat ederek yaptılar. Descartes şeylere ilişkin kuş­ku karşısındaki zaferini bilinç kanıtıyla kazandı; üç düşünür ise bilince ilişkin kuşku karşısındaki zaferlerini anlamın yorumlanması yoluyla kazandılar.
Sayfa 42 - MetisKitabı okudu
8 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.