‘’ Ve o gün... o gün ben marketteyken... hazır çorbalara hayranlıkla bakarken... Hayriye hanım aradı. Ağlıyordu. “Baban,” dedi, “baban ölüyor.” (sayfa 40-41)
Hangimiz isteriz ki çalan telefonumuzda bu şekilde bir konuşma yapmayı? Babamızın ölecek durumda olduğunun haberini babanız ile hiçbir kan bağı olmayan birisinin vermesini ? Kız kardeşini arayacak sevgiye bağlılığa sahip olamamayı hatta nefret etmeyi? Sizi bilemem ama ben istemem.
İnsanın kız kardeşleri olunca , ilişkilere dair doktora yapmış gibi oluyor. Aynı kıyafet için ben giyeceğim itiş kakışları yaşarken, ev işi yapmaya gelince duymazdan gelmeler, ortaya çıkan suçu ben yapmadım inkarları anne babaya bilumum akrabalara şirin gözükme çabaları daha neler neler bir bakıyorsunuz tüm bu tatlı hal ve hareketler hayat okulunun en sağlam sınıflarını geçmenizi sağlıyor.
Aynı anne babadan olma, aynı fiziki ölçülere yakın ,ten rengi saç rengi aynı, aynı meslekleri seçmiş ve isimlerinin ilk üç harfi üçünde de aynı olan aynı meslek sahibi eşler ile evlilik yapmış üç kız kardeşiz.
Ailelerimizden ayrılıp kendi hayatlarımızı kurduğumuzda belki anne ve babamızın yanında yaşadığımız o çok mutlu ve huzurlu ilişkilere tam anlamda sahip olamadıysak da duygu, merhamet, sabır temellerimiz çok sağlam atıldığı için sallansak da düşmedik ayakta durup yaşamaya devam ettik.
Kalabalık ailelerde yetişmiş olmanın bence en güzel yanı kin, nefret, öfke, kızgınlık , küslük hislerinin ruhumuza işlememesi oldu. Zaten nasıl küs kalabilirsiniz ki; aynı evde nefes alıp aynı sofrada yemek yerken aynı odada uyuyup aynı okula gitmek içim uyanırken mümkünü yoktur. Şimdi bakıyorum da geçmiş yıllara sevmeyi saymayı, sevilmeyi saygı duyulmayı öğretebildikleri için tüm aileme binlerce minnetle dua ediyorum.
Gelelim kitabımıza.
Aile Çay Bahçesi; Müzeyyen’in hikayesi gibi gelse de kaç tane hayat anlatısı barındırıyor okuyunca hissedeceksiniz. Ahh Müzayyen be azıcık kininden ön yargılargılardan arınsaydın da ufacık da olsa rahat yaşasaydın be kuzum. Annen Meral’in ölüm sebebini kardeşin Çiğdem’e yükleyip nefret edeceğine onun da annesiz kaldığını senin gibi öksüz olduğunu onun da acı çektiğini anlayabilseydin.
Ya annen, anne ve babası ölünce kendisine bakan Müzehher teyzesinin sözünü dinleseydi de saatçi Nejat ile evlenerek babanı başka kadınlar ile paylaşıyor olmanın mutsuzluğuna hapsetmeseydi kendisini.
Arkadaşın Özlem ‘in kabuksuz hayatını örnek alsaydın da şunu bunu diyeydim keşkelerine köle olacağına dedim yaptım özgürlüğünün tadına varaydın.
Annenin ölümünden sonra sana ve kız kardeşine bakan babaannen Fatma’ya seni emanet ettiği yazlıkçı komşu oğlu Sinan’ın ergenlik fantazilerini anlatacak cesareti bulabilseydin.
Yıllarca içinde biriktirdiğin acılarını babanın ölmeden önceki yaptığın son konuşmada kusacağına önceden yapıvereydin de ne babana ne de kendine bu vedayı layık görmeseydin.
Keşkeler, kayıplar, geç kalınmış mutluluklar.
Sonuç olarak,
‘’Benim adım Müzeyyen.
Benim adım Müzeyyen.
Benim adım Müzeyyen.
Hepsi bu kadar.’’
diyecek çocuklar yetiştirmek istemiyorsak sevelim kendimizi, eşlerimizi çocuklarımızı. Güven, özgürlük ve korkusuz saygıyı ilişkilerimizin en asıl mihenk taşı olduğunu hissettirelim.
Çocuklarımızn duygu mimarları biziz.
Gökten üç elma düşsün tüm iyi anne baba ve çocuklara.
Keyifli okumalar.