"Peki sen, Meryem can, bu erkeği kocalığa kabul ediyor musun?"
Meryem sesini çıkarmadı. Genizler temizlendi.
"Ediyor," dedi, masanın ucundan bir kadın sesi.
"Aslında," dedi molla, "soruyu kendisi yanıtlamalı. Yanıtlamadan önce de, benim üç kez sormamı beklemeli.
Çünkü teklifte bulunan kişi, erkek; kız değil."
Soruyu iki kere daha yineledi. Meryem'den yanıt gelmeyince, bir daha sordu; bu kez biraz daha bastırarak.
Meryem yanında oturan Celil'in kıpırdandığını, masanın altındaki bacaklarını üst üste atıp sonra yine
indirdiğini hissedebiliyordu. Birileri yine genzini temizledi. Küçük, beyaz bir el uzandı, masadaki bir toz
zerresine bir fiske vurdu.
"Meryem," diye fısıldadı Celil.
"Evet," dedi kız, titrek bir sesle.
Duvağın altına bir ayna uzatıldı. Meryem aynada önce kendi yüzünü gördü; kavissiz, biçimsiz kaşlarını, düz
saçlarını, neşesiz, yeşil gözlerini; gözleri birbirine öyle yakındı ki, insan onu şaşı sanabilirdi. Cildi kalındı,
donuk, lekeli görünüyordu. Alnını çok geniş, çenesini çok dar, dudaklarını çok ince buldu. Genel olarak, uzun
bir yüz izlenimi bırakıyordu; üçgen bir surat, biraz tazımsı. Öte yandan, tuhaftı ama, bütün bu silik, albenisiz
parçaların bir araya gelince güzel olmasa da, gözü hiç mi hiç rahatsız etmeyen bir çehre oluşturduğunu
görebiliyordu.
Aynada, Raşit'in yüzünü de ilk kez gördü: iri, köşeli, sağlıklı ve pembe yüzü; kanca burnu; mahcup bir
sevinci dışa vuran, kızarmış yanaldan; sulu, kanlı gözleri; öndeki ikisi, sivri tepeli bir çatı gibi üst üste binmiş
olan, sıkışık dişleri; gür kaşların neredeyse iki parmak üstünden başlayan, inanılmayacak kadar alçak saç
çizgisini; sık, sert, kır düşmüş saçları.
Gözleri aynada bir anlığına buluştu, sonra çabucak sıvıştı. Bu kocamın yüzü, diye düşündü Meryem.
Raşit'in ceket cebinden çıkardığı ince, altın halkaları birbirlerinin parmaklarına taktılar. Erkeğin tırnaklan
sarımsı kahveydi, çürüyen bir elmanın içi gibi; bazılarının uçları uzamış, kıvrılmıştı. Kız alyansı onun
parmağına geçirirken, elleri titredi.