Wittgenstein ÜzerineBu incelemede önermeler üzerinden gitmeyeceğimi başından belirtiyorum. Sadece bu kitaptan anladığım kadarıyla ve başka kaynaklardan okuduğum kadarıyla Wittgenstein'in felsefesini anlatmaya ve yorumlaya çalışacağım. Bunun için sizi tatmin edecek bir inceleme olmayabilir. Uyarıldınız!!
-----------------------------
Descartes, kitaplarından birinde şöyle bir ifade kullanır: ''Düşünüyorum öyleyse varım.'' Bu sözü bir miktar incelemek, Tractatus'u anlamak için fazlasıyla yararlı olacaktır. Descartes, burada gerçekliği(varım), yeterli ve gerekli şart olarak ''düşünme''ye bağlıyor. Tabi ki bu sözün anlatmak istediği tek anlam bu değil. Ancak diğer anlamları dışarıda bırakarak devam edeceğim.
Descartes, bu cümleyi kullandıktan sonra kendisinden çok daha sonraki dönemlerde bile birçok tepki gördü. Bu tepkiyi gösterenlerin en başında Immanuel Kant geliyor. Kant, bu düşünceyi yerden yere vurdu ve genel kullanımla ''çürüttü''. Tabi ki buna girmek istemiyorum çünkü konudan çok sapacağımı düşünüyorum ve yeterli bilgiye de sahip değilim. Kant, Descartes'in gerçekliğini çürüttükten sonra yeni bir gerçeklik arayışı içine girmiştir. Bunu yaparken de akla yani düşünceye bir sınır çizmeye çalışmıştır. Şimdilik Kant'ı burada bırakarak daha ileri dönemlere geçelim.
Descartes'e karşı olan bu tepkiler, 19. yüzyılın başlarında ''tarihi'' gerçeklik olarak kabul eden filozoflar tarafından gelmiştir. Bu konuyu da geçmek zorundayım çünkü incelemem temel olarak Wittgenstein üzerine.
19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında ayrı bir tepki de dil tarafından gelmiştir. Dili tek gerçeklik olarak kabul eden bir dil felsefesi doğmuştur ve bu felsefenin filozofları arasında Wittgenstein çok kuvvetlidir. Ancak bir açıdan da çoğu filozofun umursamadığı biridir. Çünkü hayata bir kere Wittgenstein'ın gözlerinden bakmak tüm felsefeyi çoğu açıdan reddetmektir. Ve temel olarak Wittgenstein için bir gerçeklik arayışı içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi Wittgenstein üzerine rahatça konuşabiliriz. Wittgenstein, Kant'ın yolundan gitmiştir ve onun yaptığını daha ileri bir boyuta taşımıştır. Düşünceyi ve onun ifade biçimi olan dili sınırlandırmak. Peki, bu sınırlandırılmış olan dil nasıl bir dildir ve bize sunduğu çözüm nedir?
Burada, Wittgenstein'in keskin bir zekaya ve ileri derecede bir matematik bilgisine sahip olması göz önünde bulundurulmalıdır. Wittgenstein, dilde bir kesinlik yaratmak istemiştir tıpkı matematikteki ''2+2=4'' gibi kesin ifadelerle ya da mantıksal için doğruluk değeri ''0'' veya ''1'' olan önermelerle dolu bir dil. Yani Wittgenstein bize gri rengi seçme şansı vermez. Ya siyah ya beyaz...
Ancak burada şöyle bir problem göze çarpıyor: ''Eğer en başından 2+2=5 kabul edilmiş olsaydı, şu an ne olurdu?'' İşte, Wittgenstein'ı anlamayı zorlaştıran kısım burada sunduğu çözüm. Wittgenstein, kimsenin reddemeyeceği matematiği, dünya-dil ikililiği içinde ele almıştır. ''Dil, dünyanın ifade biçimidir.'' şeklinde kısaltılabilir belki. Daha anlaşılabilir olması için şöyle bir örnek verilebilir: ''Masanın üzerinde bir bardak duruyor.'' Bu cümle, Dünya'daki bir olguyu anlatıyor bize. Herkes farklı bir masanın üzerindeki farklı bir bardağı görebilir. Ancak bu onun temelini (gerçekliğini) değiştirmez. Yani matematik bir kere kabul edildikten sonra kimsenin ''2+2=5'' diyemeyeceği gibi artık farklı bir ifade düşünülemez. Bu Wittgenstein'ın kesinliğidir.
Artık elimizde olan şey şu: Dünya'daki olguların ifadesi dildir ve bu olgular kesindir.
Wittgenstein, ilginç bir şey daha söyler ve bu durumu kendi felsefesiyle uyumlu olarak çözümler. Bu ifade çoğu kişi tarafından ''resim teorisi'' olarak ifade edilir ve ben de bunu kullanarak ilerleyeceğim. Resim teorisi; sözcüklerin, durumların veya olayların insanın zihninde canlandırılan biçimidir. Yani konuştuğumuz dil, zihnimizde canlandırdığımız resimlere dayanır. Bu da demek oluyor ki yukarıda bahsettiğim kesinlik ''yorumlanırken'' değişebilir. Wittgenstein'a göre bu büyük bir problemdir çünkü herkesin zihninde farklı bir resim canlandırması kimsenin birbirini net olarak anlayamamasına yol açar. Burada çözüm kolaydır ve Wittgenstein'ın felsefesiyle uyumludur, dildeki her şey çözümlenebilir, indirgenebilir ve Dünya'da bir karşılık bulabilir. Matematiksel mantık açısından şöyle demektir: ''En karışık ifadeler bile temelde 'p' şeklindeki bir önermeye karşılık gelir.''
Peki, gerçekten ''her şey'' çözümlenebilir ve Dünya'da karşılık bulabilir mi? '' Tanrı, her şeyi yaratandır.'', ''Hayatımın, en büyük mutluluğunu yaşadım.'' gibi cümleleri basite indirgemeyi deneyebilirsiniz. Ancak bunların Dünya'da herhangi bir karşılığı bulunmaz.Yani bu ifadeler bizim alanımızın dışında kalır. Bu demektir ki: Karşılığı olmayan ifadeler herhangi bir sembol tarafından ifade edilemez yani bir ''p'' önermesine karşılık gelmez. Bu sonuçlar doğrultusunda matematiksel olarak temellendirilmiş dilimizde bu tür ifadeler olamaz.
Elimizde son bir sorun kalıyor: ''Dünya'da karşılığı olan ve olmayan şeyler arasındaki sınır nedir?'' Wittgenstein, buna karşı sert bir tutum izler ve metafiziksel(fizikötesi,doğaötesi) kavramların tamamını reddeder. Onun için tanrı, mutluluk, kötülük ve iyilik gibi kavramlar yoktur. Ve aslında bunu Tractatus'ta çok güzel bir şekilde anlatır: anlatmayarak. Tractatus'ta tanrı üzerine, sevgi üzerine veya ahlak üzerine hiçbir kısım yoktur. Çünkü Wittgenstein'a göre bunlar zaten yoktur.
------------------------------
Başta belirttiğim üzere bu inceleme yeterli olmamakla birlikte Wittgenstein'ın erken dönemini hedef alır. Ve Wittgenstein'ı tamamen anladığımı düşündüğüm zaman bu incelemeyi değiştireceğim.
Okumayı düşünenelere birkaç öneride bulunmak istiyorum. Mantık üzerine en azından birkaç makale okuyun. Frege ve Russel'ı okuyun. Kitabı sayfa olarak baştan sona ve sondan başa olmak üzere toplamda iki kere okuyun. Ve bu incelemeyi kitabı okumadan önce hiçbir şekilde dikkate almayın.
Şunu da hep aklınızda tutun: ''Üzerinde konuşulamayan konusunda susmalı.''