Güzel bir değerlendirme olmuş ve Roguentin onu anlamak önemli olan.Antoine Roquentin, Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım”ıyla, “Düşünüyorum, öyleyse hiçim”e ulaşır ve hiçliği aynı mantıkla ispatlar. Ancak Sartre, Varoluşçuluk adlı eserinde, Marksçıların ve Katoliklerin eleştirilerine verdiği ceevapta eleştirel bir üslupla ve tersini kastederek cevap verir ve buna karşı çıkar:“Her iki eleştiriye göre de insancıl(humanie) dayanışma yokmuş bizde. Kişioğlunu tek başına ele alıyormuşuz -bunu komünistler söylüyor-, bütünden koparıyormuşuz. Çünkü öznellik(subjektivite) olarak görüyormuşuz onu; çünkü yalnızca Descartes’in ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ sözüne dayanıyormuşuz; çünkü yalnızca kişioğlunun teek başına kendini kavradığı anı göz önünde tutuyormuşuz. Bundan ötürü de yöremizdeki insanlarla bağlantı kuramıyormuşuz; dışımızda yaşayan ve cogito ile yanına varılamayan kimselere dayanışma gösteremiyormuşuz.Oysa Sartre’ın yarattığı Roquentin karakteri Sartre her ne kadar kabul etmese de tam bu eleştirilere uygun bir profil çizmektedir. Antoine Roquentin kimdir? Kendisini sorgularken şunları söyler:Ben’ deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum. Öyle unutulmuşum ki, kendimi iyice hissetmek elimden gelmiyor. Benden kalan bütün gerçeklik, var olduğunu hisseden varoluş sadece. Yavaş yavaş esniyorum. Kimse, hiç kimse için! Antoine Roquentin ne ki? Soyut bir şey o… Pırıl pırıl, hareketsiz, bomboş bir bilinç, duvarların arasına konulmuş, kendi kendine sürüp gidiyor. Kimse yok bu bilincin içinde artık. Biraz önce birisi ben, benim bilincim diyordu. Kim? …Kimsenin olmayan duvarlar ve kimsenin olmayan bir bilinç kaldı geriye. Hepsi şu: duvarlar ve bu duvarlar arasında bir kişiliğe bağlı olmayan canlı, ufacık bir saydamlık anladığım kadarıyla Roguentin😀😃