Gönderi

Hayat...
Onulmaz şüpheci Stefan Trofimoviç ellerini kavuşturarak yattığı ölüm döşeğinden doğruluyor ve mırıldanıyor: “Ah, yeniden yaşamayı ne kadar isterdim. Her dakika, her an bir mutluluk olmalı insan için.” Giderek daha aydınlık, daha berrak daha yüce hale gelmektedir sesler. Budala Prens Mişkin başıboş dolaşan duygularının kanatları üzerinde taşınarak getirilirken kollarını açıyor ve heyecanla sesleniyor: “İnsanların, var olduğunu ve sevildiğini bildikleri bir ağacın yanından mutluluk duymadan nasıl geçebildiklerini anlayamıyorum... Hayatın her adımı en soysuz kişilerin bile bir mucize olarak duyumsadığı ne çok harika şeyle dolu.” Staretz Zosima şöyle vaaz ediyor: “Hayatı ve Tanrı’yı lanetleyenler kendilerini lanetler... Her şeyi seversen Tanrı’nın sırları her şeyde sana kendini gösterecektir. En sonunda da sen bütün dünyayı her şeyi saran sevgiyle kucaklayacaksın.” “Bir köşeye itilmiş”, eski püskü paltocuğuna sarınmış çekingen adam bile öne doğru yaklaşıyor ve kollarını açıyor: “Hayat güzelliktir, sadece acıdadır anlam, ah hayat ne kadar güzel!” “Gülünç adam” rüyasından uyanıyor, “hayatı, onun büyüklüğünü ilan etmek için,” hepsi, ama hepsi solucanlar gibi varlıklarının köşelerinden çıkıp sürünerek yaklaşıyorlar, büyük koroda yer alabilmek için. Hiçbiri ölmek istemiyor, hiçbiri hayatı, kutsal sevgiliyi bırakmak istemiyor, hiçbir acı hayatın ebedi karşıtı ölümü arzu ettirecek kadar derin değildir. Ve bu cehennem, bu çaresizliklerle dolu karanlığın sert duvarlarında birdenbire kadere övgü şarkısı yankılanıyor, cehennem alevleri şükranın tutkulu korlarına dönüşüyor. Işık, sonsuz ışık doluyor içeriye, yeryüzünün üzerinde Dostoyevski’nin gökyüzü beliriyor ve Dostoyevski’nin yazdığı son söz, büyük taşın[18] önünde konuşan çocukların kutsal barbarlık sözü gürlüyor: “Yaşasın hayat!”
·
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.