Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

402 syf.
10/10 puan verdi
“Kendi ellerimle şekillendirdiğim ve ebediyen içine hapsolacağım ışıklı bir kafes görür gibi oldum.” Kayıp Zamanın İzinde serisinin 5. kitabı olan Mahpus, diğer ciltlerin taşıdığı prototipin cisimleşmiş, rayına oturmuş, sorgulama mekanizması içinde tutsak kalan bir insanın gelgitlerini en canlı genişliğiyle gösteren/göstergeleyen halidir. Peki, Kayıp Zamanın İzinde hayatın neresindedir? 3.000 sayfalık dünyanın en uzun romanı içerisinde çok sık rastladığımız davetler, edebiyat ortamları, eşcinsel ilişkiler, otantik snoplar, metresler, hayat kadınları, kutsanan şehirler, ziyaretler, yalanlar ve insanoğlunun zayıflığına şahitlik eden birçok unsur, bu sayfaların arasında gizlenen parçalardan ibarettir. Her insan kendi adasında birer Crusoe değil midir? İnsan kendi adasında yalnız kalmak için geride çok fazla hikaye bırakmıştır ve artık orada olduğuna göre parçaları toplayabilir, dahi bir yazarın cümlelerinin öğretisiyle silah ve zırhını oluştururak büyük bir sorgulamanın içinde bulur kendisini. Yine, her zaman korku vardır ancak bilerek lades demenin zevki hiç böylesine yaşanmamıştır. “(…) Mevsimler artık ruhlarda” demişti bir yazar. Yedisinde neysek, yetmişte o olacağımız söylenmişti, öyleyse aradan geçen zamanın, çehremizdeki değişiklikler gibi ruhumuzda da farklılıklara yol açabileceğini düşünebilirdik. Sürekli bir değişim dehlizi içinde bulunan insan yaşadığı çevrenin birer parçası haline gelirdi çünkü. Bu bir tutsaklık ise en yakınımızla geçirdiğimiz geniş anlar ‘Mahpus’luk zamanları mıydı? “Albertine’in varlığı, Albertine’le birlikte yaşamak beni bunlardan mahrum ediyordu işte. Mahrum mu ediyordu? Tam tersine bana bunları bahşediyordu diye düşünmem gerekmez miydi? Albertine benimle birlikte yaşamasaydı, özgür olsaydı, bütün bu kadınları onun arzu ve hazlarının muhtemel hedefleri diye görecektim haklı olarak. Yoksa her şeyden, (…) nefret edecektim.” “Bir insana mı aitiz yoksa zamana mı?” Bu kitap hakkında sorulacak en köşeli cümle. Bu soruları Proust’un yukarıdaki cümlesinden yola çıkarak sıralayabiliriz: Zaman, zamandan mı ibarettir? Bir zamana aitsek bir insana da ait olmaz mıyız? “Ait olmak” bir teslimiyetin sorgulanışı mıdır, yoksa paylaşmanın özgürlüğü mü? Bir insana ait olmadan, zamana ait olmak fark edilebilir bir şey midir? Zaman-insan-mekan tasavvuru içerisinde boy gösteren farklı yaklaşımlar Kayıp Zamanın İzinde'nin, dolayısıyla Mahpus’un çok yönlü derinliğini açıklamaya kânîdir. Diğer ciltlerde olduğu gibi Mahpus’ta da iç içe geçen hikayelerin bağlantıları ani geçişlerle sıkılaşır; Dreyfus aleyhtarlığını yeren satırların noktası konulmamışken, anlatıcının büyükannesi ile olan anılarına, oradan Albertine’in ilişkilerine, M. Charlus ve Morel’in sadakatsizliklerine, aynı anda ve sıkıştırılmış olarak birçok noktanın üzerinde durmuş oluruz. Ve her şey bir tekrarlar silsilesi gibidir, farklı karakterlerin benzer ihanetlerine şahitlik ederiz roman boyunca; hayatımıza giren her insanın bir ikizini içimizde taşırız Proust’a göre ve bu farkına varamadığımız izdüşümü bizi alışkanlıkların insanı haline getirir… Anlatıcı, Albertine’le konuşurken -hatırlamanın doğasında hatırlayamama vardır- hatırlayamama kusurları gün yüzüne çıkar. “Uzun süre boyunca hatırlama melekesine sahip değilimdir." Tanımayla geçen uzun süreçlerin değişimleri de beraberinde getirmesi romanın gerçeğe olan yakınlığını gösterir niteliktedir. İnsan beyni magazin gibidir; duyulan bir nesne, bir doğa parçası, bir eşya tahayyülde ucuz ve spesifik unsurlar -insana olan yaklaşım gibi- kazanır. Bir insanı paralamak isteyen bir söylenceye olmadık şekiller giydirerek zihnimize bunu kabul ettirir ve yapacağımız onlarca tanımdan soyutlandırmış oluruz, -ki bu zihindeki imgeyi ufak kırıntılar halinde oluşturmaya, kendi içinde yanlış kanılara sebepler yaratır. Zihnimiz, -Proust’un ifadesiyle- bir tür eczane gibidir, kötüye yorar ve ikonlar yaratma eğilimindedir. Romanda karşımıza çıkan yüzlerce kusurlu insanın ortak noktasıdır bu: Çoğu insan tek bir noktaya odaklanarak birçok şeyi ucuz yaftalardan, kötü hatırlamalardan ibaret hale getirir. Anlam yüklemek? Gördüğümüz bir canlı bize bir şey anımsatmıyor ve bizim ona anlam yüklememizi gerektirmiyorsa, gördüğümüz canlı bizim için aslında yoktur ve bakmaktan görmeye geçememişizdir. Üç yüz sayfalık bir kitabı 20 dakikada hap olarak aldıktan sonra aynı boşlukta gezinerek gerçek manasıyla bir okuma yaptığımızı zannetmemiz gibi. Dolayısıyla nesneleri görmenin bakmak ile ilgili olmadığı kanısına varabiliriz, görmenin hali ve duygulanımlar -farklı olması yanlış olduğu anlamına gelmez- kurulan bağın esas noktalarıdır. Nuh, kavminin sel felaketiyle yok olduğunda altı yüz yaşındaydı ve çevresindekilere bakmak için yeterince zamanı olmuştu ancak çevresindeki nesnelerin orada olduklarını, kendi alanında kalıcı oldukları gerçeği, çevresindekilere yaklaşım olarak, yeniden bir yaratıyı ona düşündürmedi çünkü bir şeyin fiziksel olarak varolması, o şeyi fark etmemiz için yeterli bir neden olamazdı, ki fiziksel varoluş nesneyle aramıza bir set çekmekteydi. Nuh da asırlar süren yaşamında dünyaya buna benzer hisler beslemişti, ta ki sel felaketiyle tam tersinin doğru olduğunu görene kadar. Her şey güzel giderken bir şeyleri göremeyişimiz normaldir ne de olsa. Mahpus, zihnimizin görüntüler dünyasının seçkisidir ve böylelikle kendi yaratısını gerçekleştiren bir kelime haline gelir.
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir
kitabında, romanın anlam arayışı üzerinde ve bu konunun çizgisinde önemli tezlerin olduğunun altını çizelim. Botton, bir şeyin fiziksel kanıtı varken o şeye akıl gözüyle bakmamanın faydasız bir benimseme olduğunu ifade eder. Nuh’un gemideki iki haftası, çevresindeki şeylerin özlemiyle geçmişti ve doğal olarak onları göremeyince belleğinde yeni imgelemlerin -ağaç, dağ, çiçek- görüntülerine yoğunlaşır ve böylece 600 yıllık hayatında onları ilk kez görmeye başlardı. Zamanın niteliği insanı özgürleştirebilirdi ancak rakamlar mahpusluktan kurtulmak anlamına gelmiyordu. Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan Sibirya’daki sürgünü değil miydi? Asla yalnız kalmayı bilmeyen ve etrafında sürekli kalabalıklar bulunduran bir insan, kapalı fanüslerin ardındaki tefekkürün anlamını nasıl bilebilirdi? “Hoşlukla geçen bir dem, ömr-i Nuh’tan kıymetlidir.” Selîmî Kayıp Zamanın İzinde’de ilk kez anlatıcının (Marcel) gerçekten Proust’un kendisi mi olduğunu düşündüm. Anlatıcı da alışkanlıkların insanıydı ve bu yüzden kendisine tanıdık gelen her şeyi küçümsemişti, böylesine açık bir şekilde hatalar girdabına yüklenen bir karakter ancak romanın göstergebilim tarafını konuşturabilir ve dolayısıyla Anlatıcı, Proust’un parçalarını almış olabilir sadece, tıpkı Vinteuil’in dahi bestecilerin karışım modellemesinden ibaret olması gibi. Anlatıcı kıskançlık acısının ne olduğunu anlatmaya başlamıştır. Albertine’in ve binaenaleyh kendisinin gerçek kişiliğini sorgulayarak mercek altına alması, insanın sığındığı sanat bu ciltte iç içe geçmiştir. Albertine anlatıcı için gizemini tam olarak korumaktadır. Albertine acı demektir. Ancak Marcel'in mantığı gerçeği örtbas etmek, Albertine’le yakınlaşmak için sürekli yalanlar uydurur. Onun ortaya çıkan çelişkileri ve yalanları, bir yandan onu terk etmesi gerektiğini söylemesine, diğer yandan da onu bırakma korkusunu göze alamayıp daha fazla sorgulama eğilimini deşmesine neden olur. Mantık iyileştirme gayretiyle arzunun peşinden sürüklenir. Bir gerekçe göstermediğinde oluşan boşluk ruhu kemirir ve duygular zamanaşımına uğrayarak acıyı kemikleştirir. İşte tüm bu gelgitlerin arasında yaşanılanlar anlatıcının cümlelerini hiç olmadığı kadar sivrilterek seride deyiş haline gelen satırların nirvanasını tatmamızı sağlar. “Sevdiğimiz insanın uydurduğu öyküler bize acı çektirir ve bu yüzden de, yüzeysel bilgilerle oyalanacağımıza, insan doğasının derinine inmemize imkan verir. Kader içimize işler ve sancılı bir merakla daha derinlere nüfuz etmeye zorlar bizi. Buradan çıkan gerçekleri gizleme hakkını bulamayız kendimizde.(…)” İnsanoğlu, inanır. Ama yapaylığın netliğini fark etmekte de gecikmez. Hemen ardından bu yapaylığın nasıl ustalıkla maskelendiğini düşünmeye başlar. O sırada algoritmayı saptıracak hoş şeylerin serpiştirildiğini görür ve bu da her şeyi dondurmaya, tüm düşünceleri zamanaşımında eritir hale getirir. İnsan, kendisinin fark edemediği kişilikler barındırmaz mıydı içinde? Marcel bir kez daha haklılığını ilan etmişti. Ruhların karşılıklı işkencelerinin tecrübe edilmesi bir son değildir, kuşatma her zaman, dört bir yandan devam edecektir. İnsan, tüm anlaşmalardan, sözleşmelerden ve olabilecek tüm kesinliklerden korkarak tiksinecek ancak bu dehlizlerle aşılanmaya, yeni mahpusluk savaşlarını sürdürmeye devam etmek durumunda kalacaktır.
Mahpus
MahpusMarcel Proust · Yapı Kredi Yayınları · 20231,123 okunma
··
681 görüntüleme
Nesrin A. okurunun profil resmi
Şimdi Gürkan Çeltin paylaşınca yeniden okudum. Dün Kayıp Zamanın İzinde'yi bitirmiş bulundum, en azından fiziksel okuma kısmını. Zihinsel kısmı bitecek gibi değil. Bir saniye boş kalmaya tahammül edemeyen bünyelerimizde, onlarca devrilecek kitaplar - izlenecek filmler belgeseller listeleriyle, eğitimin daha verimli olması için yapılmaması gerekenleri saydığım okul müdürünün tepkisiyle milli eğitim yönetmeliklerini okumakla, herhangi bir kurumda hak aramak için yardımcı olan çıkmadığına mevzuatı karıştırmakla, kısacası bu dünyayla ilgili yükümlülüklerimizin, hırslarımızın, yüzeysel geçişlerimizin üstüne Proust okumak demek dünyayı durdurmak gibi geldi bana. Yavaş bir çekimde tadını ala ala yaşamak gibi. Siz gerçekten çok iyi yazmışsınız, en kısa zamanda diğerlerini bitirip süzgecinizden geçenlerden yararlanmak dileğiyle.
Sergen okurunun profil resmi
Ciddi okuma yapanların Proust'u bitirmesine rağmen defteri hâlâ açık tuttuğunu görüyorum, sizin de buna dahil olmanıza hiç şaşırmadım. Günlük hayatımızın karmaşası ve Proust'un zihin dünyası birbirine çok yabancı olmayan iki unsur aslında. Proust sıradanlığı kullanarak gösterge yaratmaya çalışır fazlasıyla. Ve evet bu ağır göstergeler monoton dünyamızı donduracak kadar sıkıcı ve uzun olabiliyor... Siz zihinsel dünyaya adım atmışsınız, bu çarpışmanın arasında sallanmak da bir şeydir.:) Ama bittiğinde daha çok şeydir eminim, bunu hissettirdiniz. Merakla bekliyorum diğer ciltleri de, çok teşekkür ederim yorumunuz için...
Bu yorum görüntülenemiyor
Yunus emre açar okurunun profil resmi
Emeğinize sağlık hocam. Kayıp adlı eserini okuyorum şuan, belli bir sıra izlenmesi gerekiyor mu acaba? Aynı karakterleri görünce bağımsız olmadığını yeni anladım.
Sergen okurunun profil resmi
Teşekkürler, Kayıp Zamanın İzinde serisi 7 kitaptan oluşuyor. Sırasıyla: Swann'ların Tarafı, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Guermantes Tarafı, Sodom ve Gomorra, Mahpus, Albertine Kayıp ve Yakalanan Zaman şeklinde. Sırasıyla okumanız tabii ki kurgusal bütünlük açısından daha iyi olur.
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.