Gönderi

160 syf.
6/10 puan verdi
·
22 saatte okudu
Depresif ve karanlık temaları severim. “Derinliğin” sanatta yalnızca melankoliyle mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden favori filmlerim, kitaplarım, dinlediğim müzikler, beğendiğim tablolar, birbirine benzerlik gösterir. Hayatım boyunca bu 'derinliğin' arayışında oldum. Camus ile tanışmam Nick Drake'in hayatını araştırmama dayanıyor. Öldüğünde yatağının başucunda bu kitabın yer aldığı söylenir. Kitap oldukça popüler. Daha önceki 'incelemeler'de klasik tanımlamalar ve alıntılar yapıldığı için onları tekrar etmektense kendi düşüncelerimi yazacağım. Öncelikle Camus varoluşculuğun babası değildir. Bildiğiniz gibi bu ünvan Soren Kierkegaard'a aittir. Kierkegaard sıklıkla Platon'dan alıntılar yapar, onu anlamak için Antik Yunan'a ilgi duyuyor olmanız gerekmekte. Platon'un diyaloglarını okumadan Kierkegaard metinlerinden zevk alamazsınız. Camus ise her entelektüelin zorlanmadan anlayabileceği metaforlar ve tanımlamalar kullanıyor kitaplarında. Bu açıdan okuması daha kolay ve anlaşılırdır. Yalnız kitabın Tahsin Yücel çevirisi 'anlaşılmasını' epey bir zorlaştırmış. Ben Albert Camus'yü Soren Kierkegaard'a tercih ederim. Kierkegaard'a göre 'umutsuzluk' ölümcül bir hastalıktır. Umutsuzluğun özünde yaşamın 'hiçbir şey' olmaması yatmakta. Camus ile Kierkegaard birçok noktada 'hemfikirler'. Benim kitapla ilgili en önemli eleştirim kitabın beklediğim kadar “derin” olmadığı yönünde. Albert Camus kısacası şunu savunuyor: Hayat yaşamaya değer midir? İntihar fikri en önemli felsefi sorundur. İnsan(Camus'nün Sisifos benzetmesi buraya gelecek) yaşamanın /saçmalığı/na rağmen yine de yaşamaya devam etmelidir... Kitapla ilgili okumamı en zorlaştıran şey şu oldu. Hemen her sayfada “uyumsuz”un tanımı yapılmakta. Buna benzer bir eforu Max Stirner'da(19. Yüzyıla ait bir filozof, bireyci anarşist) görmüştüm en son. Biricik ve Mülkiyet'i adlı Nietzsche'den çok önce “üst-insan” kavramını ortaya atıp savunduğu eserinde hemen her yerde “hayalet/spook” kavramından bahsediyordu, onu tanımlıyordu. Bu açıdan kitabı okurken sıkıla sıkıla ilerlediğimi söyleyeceğim... 160 sayfa olmasına rağmen kısa sürede okuyamayacağınız bir kitap Sisifos Söyleni. Bilmeyenler için yazıyorum Stirner bütün değerleri 'hayalet' olarak tanımlıyor. Ona göre devlet-din-mülkiyet aklınıza gelebilecek her türlü değer birer hayalettir. Yani toplumun aslında, var olmayan kavramları size inandırmaya çalıştığını iddia eder. Stirner'ı başka bir yazıda inleceyeceğim... Stirner bana kalırsa Camus'nün “başkaldırısı”ndan daha önemli varoluşsal düşüncelere sahiptir. Konumuza geri dönelim. Konumuz “intihar” idi... Herkes hayatının bir döneminde intihar fikrini düşünmüştür. Camus intiharı savunmuyor, kitabı hayatın -anlamsız da olsa- yaşamaya değer olduğu fikriyle bitiriyor. Ülkemizde bağımsız sinemanın öncülerinden olan Zeki Demirkubuz Camus uyarlaması bir film yapmıştı. 2001 yapımı “Yazgı” adında. Ben Camus ve Dostoyevksi gibi edebi değeri büyük yazarların sinemaya birebir uyarlamalarının başarılı olmadığını düşünüyorum. Hele James Joyce ve Virgina Woolf'un kullandığı bilinçakışı yöntemi, ilgili eserlerin sinemaya uyarlanmasını büyük ölçüde engelliyor -zorlaştırıyor-. Sinemada işe yarayan formül şudur: bir felsefeyi, bir düşünceyi yazarın kitabından, karakterlerinden bağımsız olarak aktarmak... Laurel & Hardy'nin (ünlü bir slapstick komedi ikilisi) 1932 yapımı “The Musical Box” adlı filminde Sisifos metaforu işleniyor. Meraklısı bulup izleyebilir.
Sisifos Söyleni
Sisifos SöyleniAlbert Camus · Can Yayınları · 20158,5bin okunma
·
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.