Gönderi

308 syf.
7/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Ruh Adam, bizi Atsız’la tanıştırdı. Yazar kıymet verdi, kitaplığıma kadar buyurdu, hoş da buldu bulmasına da peki hoş gelebildi mi, sefalar getirebildi mi? Yazarın okurunu epey bir tahrik ettiği gerçek; bu kitap bir çok yerinden tutulabilir. Kitaba dair öncelikli olarak çarpan iki şey var; bunlardan ilki aslında absürt şekilde hiç bilmediğimiz bir şeyle, Türk efsaneleriyle, kahramanlarıyla örülü bir kurguyla bizi sarmasıydı. Arapçılıkla Batıcılık arasında savrulduğumuzu düşünürsek ve illa bir öz bulup tutunma arayışındaysak, bir geleneğin hasretindeysek eğer, bu öz ve geleneğin Türk kültürü olması aslında en akla yakın olanı değil mi? İlla ezberden okuyacaksak bir şeyleri, ne diye Uygur masalları olmadı bu bildiklerimiz? İlla “geleneksel” isimler koyacaksak çocuklarımıza, ne diye başka bir toplumun geleneklerini anlamadan bulamaya kalkıştık kendi alfabemize? İşte karakterlerin isimleri bile gülümsetmeye yetiyor aslında kitap sayfalarını çevirirken. Burada ne yeni nesil isimler ne de aslında zannettiğimiz ulu anlamlara haiz olmayan Arapça isimler var. Hepsi de şimdi uzaklıklarından yadırgadığımız Türk isimleri. Baş karakter Selim Pusat’ın fantezi dünyasındaki kahramanlar ne Oz büyücüsünden hallice, batı mitolojisinin kahramanları ne de zorla aidiyet yarattığımız toprakların kokuları; onun dövüştüğü hayaller Mete Hanlar, Oruç Reisler, onun savaşları kılıçla, kalkanla ve gerçeküstücülüğü de tam olarak burada; yiğitliğin öldüğü bir çağda onun yiğitçe çarpışmasında. Atsız sırf bunun için bile kitaplıklarınıza girebilir, sırf bunları hatırlattığı ve sırf yeni bir öykünme yaratabileceği için bizlere; Göktürkleri merak ettirebileceği için, Dede Korkut masallarını açtırabileceği için, Güntülü diye bir ismi sevdirebileceği için sırf evinize konuk olabilir… Peki her şey bu kadar toz pembe mi? Bu kitabı okuyan bir kadının rahatsızlık duymaması –hoş bu rahatsızlık bir zaman sonra yazarın komikleşerek ileri gitmesinden ötürü yerini bir ciddiye almamaya bırakacak- mümkün değil; kitap daha üçüncü sayfasında “evlenemediği için ziyadesiyle huysuz müdire hanımın” mızmızlıkları ve “evini de pek iyi idare edebilen, işinde de sevilen, halis munis, kendi halinde, çilekeş ve tabi ki çocuk sahibi edebiyat öğretmeni” Ayşe Pusat’a haksızlıklarıyla açılıyor. Anlıyoruz ki Atsız’ın kadınları, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış kategorilere dahildir; onlar ya sessiz ve derbeder, bir yandan edebiyat gibi çok disiplinli bir alanda kendini epeyce yetiştirmiş –öyle ki kocasının ansızın gelen alakasız sorularına tereddütsüz yanıtlar verebilmektedir- bir yandansa ağzından, tarih bilgisinin kız talebenin ne işine yarayacağı gibi bir cümle çıkıveren, roman boyunca hiçbir işlevini göremediğimiz ve yalnızca annesinin mevcudiyetini tamamlamak üzere oraya bırakılıvermiş bir oğlan evlat sahibi, kocasının bunalımından, askerlik harici hiçbir şeyle alakadar olmayan zihninin, başka kadınlara meyletmesini bile bir hayata dönüş alameti sayıp sevinen Ayşe Hoca gibi kadınlar olacaklar, ya fevkalade güzel olacaklar –ve lütfedilip güzelliklerinin yanına katık edilen zekalarını da salt erkeği baştan çıkarmak için kullanacaklar- ya da soylu ve yine tabi ki çok güzel olacaklar ve bu soylulukları nedeniyle onlara herhangi bir dil uzatılmaya cüret edilemeyecek. Atsız’ın kadınlarla bunca derdi olup karakterlerinin neredeyse tamamını kadınlardan seçmesi, belki onun saklı bir aşağılık kompleksine, belki de çekingenliğine delalettir. Ancak sözde baş karakter yaptığı başta Ayşe Hoca’yı, sonra diğer tüm karakterlerini bu denli derinlikten uzak ve sırf amacına hizmet etmek üzere çizmesi yazara karşı güvenimizi kaybetmemize neden olurken, baş karakterin diğer karakterlerle girdiği münakaşalarda (ki bunlar genellikle ideolojinin açığa vurulduğu yerlerdir) karşı tarafın ona karşı hiçbir argüman üretememesi ve yazarın bu şekilde kendi fikirlerinin haklılığını göstermeye çalışması, doğrusu oldukça haksız ve adil olmaktan uzak bir münazara oluşturuyor. Kralcılığı desteklediği için ordudan atılan ve insanlardan ve dünyadan el etek çekip, buhrana gömülen Selim Pusat, derken karısının öğrencilerinden birine aşık oluyor ve iç hesaplaşmaları başlıyor; işin ilginç tarafı bu yasak sevdasının ayıbı, evliyken böyle bir maceraya atılmaya kalkışmasından çok, maceraya atılmaya yeltendiği kızın soyunun sopunun belli olmamasından kaynaklanıyor! Başına türlü gerçeküstü olaylar geliyor ve bunların somut izlerinin karısı Ayşe tarafından da fark edilmesi, yaşananların birer esrime değil, bizzat gerçek olduğunu gösteriyor; Ayşe’nin bunlara tepkisi ise yalnızca hayret etmek oluyor! Atsız’ın coşkunluğu biraz çocuksulaşmaya başlıyor artık; ancak bu, Selim Pusat’ın karakter özelliği oluyor ve normal şartlarda kabul edilemez ve affedilemez bulabileceğiniz bazı şeylere, gülümseyip geçmenize neden oluyor. Selim’in saman alevi gibi yanıp sönmelerine başta sinirleniyor, onu tanıdıkça siz de Ayşe gibi, Selim işte, deyip geçmeye başlıyorsunuz. Yasak aşkına sinirleniyor, onun kendisiyle olan muhasebesine önce ciddiye alarak başlıyor sonra Tanrı ve mahşer tasvirine gülmeden edemiyorsunuz ama yine de Atsız bunu denemiş diyorsunuz ve bu kıymetlidir. Bizim, bizzat bize ait olan kendi inançlarımızdan, kendi gelenek ve kültürümüzden bir fantezi yaratılsa ne olurdu’yu denemeye, evet, Atsız cesaret etmiş romancılığında. Ve şimdi buna hiç yeltenmeden, denemeden, hiç de olmamış, bu ne saçmalık diye kestirip atmak, eh takkeler önümüze, biraz acımasızlık olurdu. Tüm bunların ötesinde kitap merak uyandırıcı, sürükleyici ve karakterler yer yer mantıksız tepkiler verip, sonradan yazarın içindeki intikam ateşiyle bambaşka çehrelere bürünseler de gerçekler. Özellikle Selim Pusat çok gerçek ve başarıyla çizilmiş bir karakter. Onun ateşi, inadı, kırıcılığı, sürekli bir adım ileri iki adım geri gidişi, hırçınlığı, çocuksuluğu, mantıklı fikirlerini mantıksız biçimlerde öne sürüşü, yasak aşkı yüzünden aslında kendisine kızması ve hesaplaşmayı göze alması ancak bunu Ayşe’den büsbütün bağımsız sürdürmesi, kadınları yerden yere vurması ama onlarsız bir soluk bile alamaması… Kısacası sen gibi, ben gibi, hepimiz gibi çelişkilerle örülü bir karakter ve bu da onu ilgi çekici kılıyor. Kitabın sonu açık ve bizi karakterlerden habersiz bırakıyor. Masalla başladığı romanı, masalsı bir sonla, devam eden bir devranla kapatıyor; belki kitabın fantastik havasına uygun, ancak bir noktayı hak eden gerçekçiliğine, virgülle aralık bırakılmış bir cümle haksızlığı yapıyor. Bu kitap bir başyapıt değil, ama yüzümüzü unuttuğumuz bir yere çevirecek, bize bir şeyler hatırlatabilecek, kendi fantastik edebiyatımızı kurma yolunu açabilecek ve bir kitap karakteriyle illa da özdeşleşmek ya da onu illa bağrımıza basmak zorunda olmadığımızı bize hatırlatabilecek bir kitap. Atsız’ı baş köşeye oturtur musunuz, onun romancılığını parmakla gösterir misiniz bilmem ama bihaber olmanıza da gönlüm razı gelmez.
Ruh Adam
Ruh AdamHüseyin Nihal Atsız · Ötüken Neşriyat · 201927,2bin okunma
·
5 görüntüleme
RA okurunun profil resmi
Elinize sağlık. Bana göre tarafsız olmuş, yani iyisiyle, kötüsüyle. Ancak incelemeyi paragraflara ayırsaydınız, daha anlaşılır olurdu diye düşünüyorum. Kitabı okumadığım için içerik değerlendirmeleri hakkında bir şey söyleyemem ancak genel değerlendirmelerde dikkatimi çeken birkaç şey oldu; arapçılıktan kasıt ne, bunun sınırları belli yeni bir tanım mı yoksa genel anlamda İslam dinini mi kastediyorsunuz? Karşıt fikir üretme eksikliği bana göre önemli bir konu ve bir eserin niteliğini etkiler. Buna "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" incelememde ben de değinmiştim. "Bozkurtların Ölümü"nde kadınlarla ilgili bir kısım benim de fazlasıyla ilgimi çekmişti, mahkeme kuruluyordu, davalı bir Türk erkeği ve şahit de bir Çinli kadın idi, kadının yalan konuştuğunu gören Türk erkeği mahkemede kadının ağzını burnunu kırıyordu ve buna bir müdahale söz konusu olmuyordu. Yine aynı eserde anlaşılmaz birçok davranış görmüştüm, adam ölürken bile et yeme derdinde olması, işte bilimle uğraşmayı önemsiz gören diyaloglar, yine hayatın amacı üzerine tuhaf düşünceler gibi, tabii ki tek bir eserle bir yazar hakkında genel çıkarımlarda bulunmak zor ancak burada da sanki benzer şeyler sezdim. #46342618
sıradan okur okurunun profil resmi
Merhaba, teşekkürler öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz ve yorum yazdığınız için. Paragraflara ayırarak yazmıştım aslında, wordde yazıp sonra buraya kopyaladım, kaybolmuş yapıştırınca ben de dikkat etmedim, haklısınız. Arapçılık derken, İslam dininden bahsetmiyorum ama bizim kültürel olarak Arap kültürüne öykündüğümüzü düşünüyorum ve bunu Arapların yaptığı bir kültürel emperyalizm olarak göremem, onları bu yüzden suçlayamam bile, bu bizim kraldan çok kralcı olma tutumumuzdan kaynaklı. Türk kültüründen Arap kültürünü benimsemeye geçişi Osmanlı hükümdarlarının isimlerinden bile görebiliriz; Ertuğrul ile Osman ile başlayıp, Abülhamid'e doğru giden bir yolculuk bu. Diğer konuyla ilgili, Bozkurtların Ölümünü henüz okumadım ama yazdığınız kadarıyla orada da yazarın aşırılıkları olduğu belli, fazla coşkulu ve bu aslında okur için heyecanlandırıcı bir şey olabilecekken, eserin inandırıcılığını yitirmesine ve bir çocuğun hayal dünyasından geçenleri dinlemeye benziyor. Bahsettiğiniz tuhaf düşünceler eğer benzer derecede kıymet verilmiş başka fikirlerle karşılaştırılarak anlatılsaydı, diyaloglar böyle kurulsaydı bizim de gözümüze bu kadar batmazdı, ama evet sezdikleriniz doğru, benim de çıkarımlarım Ruh Adam ile ilgili olarak sizin söylediklerinize benzer şekilde.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.