Gönderi

Osmanlı sofrası hem estetik, hem de kültürel bağlamda bir sanat eseridir! Ayrıca Osmanlı sofrası, “tatbiki adab-ı muaşeret” (görgü) ve “temsili hayat dersleri” açısından da bir okuldu. Yani Osmanlı sofrasının, “beslenme” ile sınırlanamayan bir dini ve millî misyonu vardı. O sofra sohbetleri sayesinde tarihimiz nice “adam gibi adam”lar kaydetti... Osmanlı halkı, ramazan dışında, kuşluk ve akşam vakti olmak üzere günde sadece iki öğün yemek yer, yemek aralarında atıştırmazdı. Sofra bezi döşemeye yayılır, üzerine bakır bir sini konur, aile bireyleri sininin etrafına serpiştirilmiş minderlere bağdaş kurarak yemeklerini yerlerdi. Önce oturma ve yemeğe başlama hakkı aile reisinindi. Sofrada en başköşeye aile reisi otururdu. Çocuklar ise annenin yanında yer alırdı. Yemek yemenin kuşkusuz bir adabı vardı ve herkes buna riayet ederdi... Yemeğe aile reisi yüksek sesle besmele çekerek başlardı. Aile reisinin yüksek sesle besmele çekmesi, diğerlerinin hatırlaması içindi. Besmelesiz yemek yemenin bereketsizlik getireceğine inanılırdı... Sağ elle yer içer, eve giriş çıkışta sağ adım atar, soldaki sağdakine yol verirdi. Bu hem sünnet, hem de görenekti... Yavuz Bahadıroğlu
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.