"DİŞ DEĞİL, TIRNAK DEĞİL, BİR MENDİL NİYE KANAR?.."Bir çizik
Bir çizik daha..
Yüreğin orta yerinde
Üzerine tuz basılan..
Bir ilmek
Bir ilmek daha..
Gençliğin en güzel çağında
Umudun boğazına dolanan..
Önce biri
Sonra diğeri
Sonra diğeri..
Gerçek acıların, dilsiz feryatların, harflerle, kelimelerle, ünlemlerle ifade edilmeye çalışıldığı bu kitap, anlatımı ve coşkusuyla oldukça başarılı. Fakat okudukça gözlerimizin önünde beliren acının en çıplak haline oranla, yazılmış ve yazilabilecek her satır kadar yetersiz aslında..
Çünkü yeşil parkasıyla, zayıf ve solgun bedeniyle, alev alev yanan gözleriyle satırların arasından Deniz beliriyor, yaklaşıyor, yaklaşıyor..
Gözlerinizin ta içine bakıp anlatıyor, anlatıyor..
Hapishanede, kaldığı daracık bölmede, okuduğu kitaplarda, soymak için girdiği bankada, oradan kaçışında, Amerikan üssünde, silah deposunda, öldürmekle yaşatmak arasındaki ince çizgide, soğuktan yüzleri çatlarken pusuda, çamurda, karanlıkta, sigarasız, çaysız ve susuzken, yaralanırken, yakalanırken, direnirken, ve hatta Filistin 'de, emniyette, işkencede..her yerde..
"Umut mu? Umut her zaman var!"derken..
İdam edileceğini bilerek yaşarken, dimdik, inanan, korkmayan, nasıl ipe gittiğini herkesin bilmesini isteyen ve düşüncelerin asla ölmeyeceğini haykıran Deniz..
Ve damarlarında dolaşan kavganın ateşiyle mutasyona uğrayıp devleşen insanların hikayesi..
Fiziksel işkenceyi umursamayan, topuklarından kan fışkırana kadar falakaya yatırılmaktan tutun da vücutlarının en hassas noktalarından elektrik verilerek komaya sokulmaya kadar, pek çok akıl almaz ve insanlık dışı işkenceye maruz kalan,yine de direnen, inanan insanların hikayesi..
Kitap okuyan, müzik zevki gelişmiş, dava ekseninde derinleşen bir sevgi anlayışına sahip olan, ki bazı durumlarda kardeşten bile yakın hissedilerek yaşanan dostluklarla bezenmiş insanlar..
İşte tam da buradan anlaşılıyor bambaşka bir nesil olduğu. Basma kalıp sözlerin, birkaç sloganın arkasına sığınmış,günümüzün bilinçsiz yığınından onları ayıran bu kadar gerçek olmalarıydı belki de.
Deniz Gezmiş,
"Ben edebiyattan geldim.." diye ifade ediyor kendisini. Ve sonrasında, çok ağır işkenceler yapan birinden bahsederken,
"Edebiyatın bir insanda işkence duygusunu yok edemeyişine şaşıyor insan. Olmaz öyle şey. İyi bir edebiyatın olduğu yerde işkence mişkence olamaz.." diye ekliyor.
Anlıyorsunuz ki edebiyat kavramlarının dahi içi dopdolu. Bilerek inanmak ve bilerek direnmek, onları bu kadar güçlü kılıyor belki de.
12 Mart 1971 muhtırasından sonra tutuklanan yazar Erdal Öz 'ün, hapishanede karşılaştığı üç fidanın, Deniz 'in , Hüseyin 'in ve Yusuf 'un duygularınızı fazlasıyla yükselten hikayesi.
Neden peki?
Evet, suç işlemişler, banka soymuşlar,adam kaçırmışlar, izinsiz silah taşımışlar..vs.
Fakat idamlarının sebebi bunlardan hiçbiri değil.
«Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanunla teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs»
Askerî Yargıtay bu cezayı iki kere bozuyor, üç kişininki hariç.
Olay meclise geldiğinde "ivedilikle " görüşülüp, idamın onaylanması için kalkıyor parmaklar.
İsmet İnönü'nün Anayasa Mahkemesine başvurmasına rağmen Meclis ve Senatodaki görüşmelerde "Kabul!" nidaları yükseliyor yine..
Peki sizce, neden 23 kişiden üç kişi?..
Okuyun lütfen..
Bu arada unutmadan, ailelerinin taleplerine rağmen, cenazelerin yan yana defnedilmelerine izin verilmiyor. Bu traji komik hadisenin iki sebebi var aslında;
1- Düşünmek kadar tehlikeli (!) başka bir eylem daha yoktur.
2- Bazı insanlar asla ölmez..
"Kâğıdımız çaput bizim
Kefenimiz bulut bizim
Mesleğimiz umut bizim
Kıranlara selâm olsun!.."
Keyifli okumalar..:)