Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

1) KÖY ENSTİTÜLERİ MESELESİ
Kimine göre Türk aydınlanması kimine göre fitne çukuru. Ama herkesin hemfikir olduğu bir gerçek varsa o da Köy enstitülerinin Türk Tipi olduğu ve çok sayıda başarılı insan yetiştirdiğidir. 17 Nisan 1940 yılında kurulan, Köy Enstitüleri’nin kuruluşundan bu yana 79 yıl geçti.Cumhuriyet çocuklarıydı onlar. Tarıma, bilime, üretime en çok da özgürlüklerine düşkündüler. Tam da Ataturk'ün hayalindeki nesildi onlar Hep bir ağızdan Ziraat Marşını söylüyorlardı ; Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine, Milletin her kazancı, milletin kesesine, Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine, Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz. Türkiye’nin bu yarım kalmış gelişme öyküsünü iyi okuyun, çünkü bu hepimizin hikâyesi… Atatürk’ün 1935 yılında Saffet Arıkan’a (Milli Eğitim Bakanı), askerlikleri sırasinda okuma-yazma öğrenmiş çavuşlardan eğitmen yetiştirmesini önermesiyle başlar. Osmanlı daha yeni Kurtuluş Savaşı’nın pençesinden çıkmış ve yaklaşık 16 milyon insandan yüzde 75’i köylerde yaşıyor. Halkın çoğunluğu, yani 13,5 milyonu okuma-yazma bilmiyor (yüzde 92’si kadın olmak üzere). 40 bin köyün sadece 5 bininde okul ve öğretmen var. 1 milyon 700 bin çocuktan sadece 300 bini okula gidebiliyor. İşte bu kırsal kesimin çocuklarını yerinden yurdundan ayırmadan eğitilmelerini amaçlayan, köylere aydınlığı taşıyıp, dönemin zor ve olumsuz şartları dahilinde köylere öğretmen yetiştirip, cehalete karşı açılan en büyük savaştı Köy Enstitüleri. Atatürk’ün himayesi altında, 1936’da Enstitülerin ilk adımı olan “Eğitim Kursları” açılır. Saffet Arıkan bunun üzerine köyde eğitim konusunda bilgi ve yeteneğine güvendiği Ismail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Müdürlüğü’ne getirir. Daha sonra bu çalışma Hasan Ali Yücel’in (1938 itibari ile) Milli Eğitim Bakanlığına üstlenmesiyle birlikte daha da genişletilir. Atatürk 1938’de vefaat ettiği için, bu “eğitim devrimi” Ismet Inönü’nün himayesi altında gerçekleşir. Öğretmen yetiştirmek üzere, 17 Nisan 1940 tarihinde Köy Enstitüleri 21 ayrı bölgede faaliyete geçer. Okulların, demiryoluna yakın, geniş arazili yerlerde olmasına dikkat edilmiştir. “Eğitim içinde üretim” anlayışını benimsenmistir Öğrenciler yanlız bir dalda değil, kendi köylerine yararlı olabilecekleri her dalda eğitiliyordu. Kültür, sanatın her dalı, spor, folklor, tiyatro, edebiyat. Enstitülerde teorik ve pratik dersler eşit ağırlıklıydı. Derslerin yarısında genel kültür ve meslek dersleri, diğer yarısında ise uygulamalı tarım ve teknik dersleri vardı. Gündelik yaşamda işlerine yarayacak (yöresel özellikler göz önünde bulundurularak) konservecilik, balıkcık, halıcılık, kantin ve kooperatif kurma, hayvancılık, bina yapma, bitki yetiştirme gibi konularda kurslar açılarak eğitim verilirdi. Her Enstitü, kendi çevresini incelemek; türküler, ulusal oyunlar ve yerel masallar gibi geleneksel kültür değerlerini ortaya çıkarmakla yükümlüydüler. Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler, kızlı ve erkekli zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını da yapmış oluyorlardı. Daha sonra kahvaltı, ardından zorunlu okuma saati vardı. Kahvaltıyı kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren öğrenci arkadaşları hazırlıyordu. Köy Enstitülerinde, cinsiyet ayrımcılığı yoktu, kadını toplumsal yaşama dahil etme arzusu vardı.Bin yıldır ezilmiş, hakları çiğnenmiş, Anadolu kadınının onurunu kurtarmak çabasındaydılar. Köy Enstitüleri, Milli kalkınmanın ve eğitimin yanında, Cumhuriyet Devrimleri’nin, Atatürk ilkelerinin, Anadolu’nun en ücra köylerine kadar yayılmasında büyük rol oynamıştır. Ünlü şairimiz Can Yücel’in babası Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Dünya Klasiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti (gazeteci, şair, yazar Sabahattin Ali’nin de çok emeği vardır bu konuda). Köy Enstitü öğrencileri her sene 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Böylece zeki köy çocuklarından engin, entelektüel birikimleri olan aydınlar oluşuyordu. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane müzik aletini çalmasınıda öğreniyor, hatta Aşık Veysel Köy Enstitülerini teker teker gezip, müzik derslerinde öğrencilere bağlama çalmasını öğretiyordu. O meşhur eleştiriye ayırılan “Cumartesi toplantılarında” çocuklar kürsüye çıkar ve sonsuz bir özgürlük içinde dertlerini dile getirerek, okul müdürünü, hocalarını, okul personelini, eğitim politikasını eleştirme hakkına sahiplerdi (düşünsenize, bu günümüzde bile mümkün değildir). Aydınlanma hareketi domino taşları gibi birbirini tetikleyecekti, ama köylünün aydınlanmasının çıkarlarına ters düştüğünü gören toprak ağaları ve oy kaybetmek istemeyen siyasilerin tavizleri ne yazık ki bu meşaleyi söndürdü. Tarlalar derslik haline gelir. Üretim bilgi ile, kitaplar köylü çocuklar ile buluşur. Yurdun dört bir yanındaki köylere can gelir. Ancak bu değişim sadece okul içerisinde kalmaz. Köy Enstitüleri, binlerce yıllık köhne anlayışları da sarsmaya başlar. Eğitimin gücü açık açık ortaya çıkar. Tabi bundan rahatsızlık duyan eski düzenin sahipleri köylerde filizlenen bu yeni okullara karşı cephe alırlar. Köy Enstitülerine en büyük desteği veren İsmet İnönü dahi geri adım atmak zorunda kalır. Serbest okuma saatleri kaldırılır ve öğretmenler enstitülerden uzaklaştırılır. Üretimle eğitim birbirinden ayrılmaya başlar. Daha da kötüsü, Tonguç görevinden alınır ve suçlanır. Birçok soruşturmadan geçer ancak hepsinden aklanır. 1950 yılına gelindiğinde geriye kalan tek şey Köy Enstitülerinin yasal olarak kapatılmasıdır. Yürüyüş durdu(ruldu) ve 17.342 köy öğretmeni yetiştiren (bunun haricinde 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen ve teknik eleman) ve o ögretmenlerle köyü aydınlatmayı amaçlayan Köy Enstitüleri kurulduktan tam 14 yıl sonra 1954’de tarihe gömüldü. Enstitü mezunları ise “Milli Eğitim Zencileri” olarak yıllarca itilip kakıldılar. Peki bu eğitim projesi gerçekleşseydi neler farklı olurdu günümüzde ki Türkiye’de ve şu an ki tablo nedir? Türkiye’nin altyapısı tepeden tırnağa farklı olacaktı. Ülkemizin bütün yapısını alt üst eden göçle (özellikle Istanbul’a) yaşanmayacaktı ve Köy Enstitü mezunları hızla tüm ülkeyi saracak, köylününde, kentlininde, kısacası ülkemizin kaderini değiştirecekti. Toprak reformu yapılacak, çiftçi topraklandırılacak ve böylece ağa ve şeyhlerin kurdukları egemenliğin zincirleri kırılacaktı. Bu eğitim projesi “sabote” edilmeseydi, 1960’a kadar devam edebilseydi, Türkiye 70’lerin başında çağ atlardı. Hem sanayisi kurulur, hem tarımı yükselir, hem de vatandaşlar aydınlanırdı ve ülkemize bir türlü gelemeyen demokrasi gelir, hatta çoktan Avrupa seviyesine ulaşırdı. Dörtte üçü gecekonduya çevrilmiş, şehir içinde köy hayatı yaşayan, unutulan/unutturulan, oyları alınan, ama kaderlerinle baş başa bırakılan köy-köylü gerçeği hala var. Not: Köy Enstitüleri dünyada TEK ve ILK örnektir. Birleşmiş Milletler, Dünya Kültür Teşkilatı UNESCO tarafından kalkınmakta olan ülkelerin eğitim sistemine örnek olarak gösterilmektedir. Ayrıca UNICEF’ın 21. yüzyılın eğitim projesi olarak koruma altına alınıp, bir çok akademik inceleme ve araştırmaya örnek olmuştur! Dünyanın kabul ettiği ve uyguladığı en iyi eğitim modeli olarak kabul edilen köy enstitülerinin yeniden hayata geçirilmesi ve yaşatılması için her türlü mücadelenin içinde olmalıyız. Cumhuriyetimizin ilk ve en önemli eğitim modeli olan, Köy Enstitüleri’ni İlkokul öğretmeni yetiştirmek için hayata geçiren, başöğretmenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK, dönemin Milli Eğitim Bakanı; Hasan Ali Yücel, İlk öğretim Müdürü; İsmail Hakkı Tonguç ve tüm Köy Enstitülü eğitimcilerimizi saygıyla anıyoruz.
··
353 görüntüleme
Koray okurunun profil resmi
Kimin toprak reformuna karşı çıkıp köy enstitülerini kapattığını da yazaydın, millet o şahsın neden idam edildiğini bir nebze anlardı.
Mur@t okurunun profil resmi
Köy Enstütülerin kapatılması başında görevlilerin Komünist olmasından dolayı diye duymuştum
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.