Gönderi

"Anıtlar ile unutkanlık arasındaki ilişki karşılıklıdır: unutma tehlikesi anıtların inşa edilmesine, anıtlar ise unutkanlığa yol açar. Hatırlanmak istenen şeyi bir anıt biçimine sokmak hatırlama yükümlülüğünden kur­tulmak içinse; bunun sebebi, anıtların yalnızca bazı şeylerin hatırlan­masına izin verirken, bir çeşit ayrımcılıkla diğerlerinin de unutulmasına neden olmasıdır. Anıtlar, geçmişi hatırlamamızı sağladığı kadar onu saklar da. Bu durum savaş anıtlarında açıkça görülebilir. Savaş anıtları insanların nasıl yaşadığını gizler: askerlerin açıkça gösterildiği anıtlar­daki asker tasvirleri, özellikle şiddet ve saldırganlık eylemlerini red­detmek için tasarlanır. Savaş anıtları insanların nasıl öldüğünü gizler: karı, havada uçuşan vücut parçalan, aylarca gömülmeden kalan ceset­ler.. . Bunların hiçbiri anıtlara dâhil edilmez. Savaş anıdan savaş ka­zalarını gizler: geçmişte yapılanları yapılması zorunlu şeylermiş gibi göstererek avunma ihtiyacı insanlan mantıksız olan çoğu şeyi bir man­tığa oturtmaya sevk eder. Savaş anıdan ayrıca insanların nasıl hayatta kalabildiklerini de gizler. Oysa Birinci Dünya Savaşı insanların nasıl hayatta kalabildiklerini gözler önüne sermişti: Uluslararası Çalışma Örgütü 1923 yılında; Almanya, Avusturya, Britanya ve Fransa sokak­larının, bu ülkelerin ordularında görev yapmış on milyon kadar askerle dolacağını tahmin etmişti. İhtiyaç duydukları malzeme yardımını güç bela alabilen milyonlarca aile savaşta yaralananların bakımını üstlendi. Bu durum ödüllendirilmediği gibi, bir de görmezlikten gelindi. Savaşta ölenler her yıl anıldı; sakatlar ise mümkün olduğunca unutulmaya ça­lışıldı.43 Savaş gazileri ile savaş dullan sürekli unutulurdu, çünkü bu insanlar yanlış türden bir belleği yaşatıyorlardı. Ne var ki, kabul edi­lemez şeyleri, kendimize kabul edilebilir bir biçimde açıklamak söz konusu olduğunda sonuna kadar hilekârızdır. 1920’ler ile 1930’larda Almanya ile Orta Avrupa’da zinde, genç, sağlıklı ve atletik bedenlerin disipline edilmiş gösterilerinden meydana gelen devasa jimnastik per­formanstan çok revaçtaydı. Bu performanslar aynı zamanda savaştan sakat dönmüş on milyon askerin Avrupa sokaklarını istila ettiği, uzuvlarını kaybetmiş bu adamların çoğunun kronik depresyona maruz kalıp alkolizme boyun eğdiği, hayatta kalabilmek için kimi zaman sokak­larda dilenip çoğu zaman da günlerini intiharla sonlandırdığı gerçeği­nin kelimenin tam anlamıyla herkes tarafından yadsınması anlamına geliyordu. Bu insanların içinde bulundukları durumu düşünmek bir yana, onları fark etmek bile fazlasıyla rahatsız ediciydi. Sokaktakilerin ise her gün kendi koşullarıyla yüzleşmekten başka seçenekleri yoktu. Diğerleri içinse bu insanları görmek nahoş değil; sindirilemez bir ger­çekti. Her yıl savaş anıtlarının çevresinde marş makamında söylenen büyülü sözler - asla unutmayacağız - sokaklardaki insanlar için ge­çerli değildi."
·
43 görüntüleme
cantabile okurunun profil resmi
" - Çanakkale'den yeni geldim, gazi ihtiyat sahibiyim, ordudan çıkacağım. Bir iş arıyorum - Ne işi? - Ne olursa! - Usul defteri, muhasebe falan biliyor musunuz? - Mektepte okuduk ama.. - Bankada, yazıhanede falan çalıştınız mı? - Hayır. - Gümrük işlerinden anlar mısınız? - Hayır, fakat.. - Fakat? - Öğrenirim. - Kimden olursa, harpler bizi teşebbüse alıştırdı. Gazi olduğumu arzetmiştim. - Gazilik mazilik o kadar mühim değil. Piyasa hakkında fikriniz var mı?" (Mahşer, Peyami Safa, 1924)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.