Gönderi

Doğrusu istenirse Tanzimat'tan beri yetişenlerin çoğunda hemen her hareket, gürültülü ve sessiz bir istifa, bir nevi tövbekârlık, kendi kendini inkârla sona erer. Yahut şahsiyet tam bir dargınlık içinde veya kısır bir şüphede kendisini tüketir. Fikret ile Cenab'ın âkibetleri! Bir nevi terk–i saltanata benzeyen prensip fedakârlıkları ise burada sayılamayacak kadar çoktur. Sanki Cevdet Paşa'nın Kırım muharebesi esnasındaki değişikliklerden bahsederken yeni bir masraf kapısı olan ve şikâyet için anlattığı iki sofra, alafranga alaturka sofralar genişlemiş, büyümüş, hayatımızı parçalıyor. Üstelik zamanla bu ruh hali dinamik olmaktan çıkıyor, statik bir şekil alıyor. Sanki içimizde değişmez hadlar kurmuş gibi. Ameliye tek değildir. Evvelâ bu ritim, fert olarak hayatımızda mevcut. Yeninin taraftarı ve mücadelecisiyiz, fakat eskiye bağlıyız. İş bu kadarla kalsa iyi. Fakat kalmıyor, daha karışıyor. Hayatımızın bazı devirlerinde yeninin adamı olarak eskinin tazyikini duyuyoruz; bazı devirlerde eskinin adamı olarak yeninin tazyiki altında yaşıyoruz. Bu kutub değiştirme bir asırdan beri hayatımıza hâkim. Bazen hadiseler, tarihi şartlar buna sebep oluyor. Bazan da psikolojik sebeplerle bunu düşünüyoruz. Meselâ kendimizi halis bulmuyoruz, kendi hayatımızı yaşamıyoruz, kendi ağzımızla konuşmuyoruz vehmine kapılıyoruz. Buna, en ufak bir muvaffakiyetsizliğin, umumi hayattaki herhangi bir aksayışın karşısında ilk yenilik nesillerinin duyduğu, duymuş olması lâzım gelen onu nefse karşı, yahut çok yüksek bir varlığa karşı işlenmiş gizli ve zalim cürüm duygusunu da ilâve etmelidir. Cesaret edebilseydim, Tazminat'tan beri bir nevi Oedipus kompleksi, yani bilmeyerek babasını öldürmüş adamın kompleksi içinde yaşıyoruz, derdim.
·
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.