Fantastik Evrenin Acı Bir Yorumlaması“Sınır tanımayan bir zekâ, en büyük hediyedir insana.”
J. K. Rowling.
Bu sözleri dile getirirken kendisine mi atıfta bulunuyordu yoksa karakterlerine mi bilinmez fakat her iki çıkarımda aynı noktaya varmıyor mu zaten! Daha fazla sorgulamanın bir anlamı olmadığı gibi hem eserlerin hem de sahibinin hakkını hemen şimdi teslim etmek gerek!
Neredeyse tüm dünyanın bildiği aynı zamanda takdir ettiği bir evren; Potter evreni… Hakkında çok fazla konuşuldu, yazıldı, çizildi ve insanlar tarafından oldukça benimsendi. Belki de bu evrene en geç kalanlardan birisi de benimdir. Konuyu biraz genişletelim o zaman. Ben de dahil insanların, iki türlü haberi olur bu evrenden. Ya açar filmleri izlenir ya da gider kitapları okunur. Bu iki tercih de mutsuz etmez sahibini fakat kitapları okuyanı ekseriyetle daha mutludur zira hem kitapları okuyan hem de filmleri izleyen biri olarak filmlerin üstün körü, özet şeklinde savuşturulmuş olması beni fazlasıyla rahatsız etti. Direkt filmleri izlemiş olsam yine mutsuz olmazdım fakat bahsini etmek istediğim husus şu ki çoğu detayın başı ezilerek filmlerde vuku bulmaması bir okur olarak en büyük sitemimdir filmin yapımcılarına! Çok daha doyurucu bir seyir zevki sunulabilirdi düşüncesindeyim.
Film faslını bir kenara bırakıp kitaplara geçmekte fayda görüyorum. Tüm seriyi aklımda kaldığı ölçüde hem kurgusal hem de psikolojik anlamda yorumlamaya çalışacağım. Biraz uzun olabilir ama sıkılmayacağınızı umuyorum.
Seriyi başarılı kılan en temel unsur; kurgusu, yaratılan evreni ve sınır tanımayan hayal dünyasıydı. Bu konuda zannediyorum ki hepimiz hemfikirizdir fakat bunların yanı sıra karakterleri de es geçmemek gerek. Karakterlerin güçlü profilleri, bilge olmaları aynı zamanda bir o kadar sabit fikirli olmaları, kendi doğrularını savunmaları, reddetmeleri, ruh hallerinin dalgalı ve değişken olması gibi sağlam gerçeklik olgularıyla güçlü bir nokta oluşturduklarını ifade etmek gerek. Karakterler, ziyadesiyle fantastik bir evrenin, gerçek dünyadan misafirleri gibiydiler. Eminim ki Rowling oluşturduğu fantastik evrenin gerçeklikten bütünüyle uzaklaşmasının negatif etki yaratacağının da farkındaydı.
Kitabın edebi yönü ile ilgili yorumumu gerçeklik olayına girmişken yapmak istiyorum. Çünkü benim edebi anlaşıma göre önemli olan, dilin süslü olmasından daha ziyade karakterlerin ve evrenin gerçek dünya ile bağlantısıdır. Yazar, fantastik evreninde; gerçek dünyanın sorunlarına metaforlarla değiniyor, bunları gözler önüne seriyor ve okuyanına düşünme, sorgulama imkânı tanıyorsa benim nazarımda değerli bir iş yapmış demektir. Sonraki süreçte fazlasıyla gerçek dünyanın sorunlarına değindiğini açık edeceğim zaten ama buna ek olarak karakterlerin ne kadar canlı ne kadar bizden ne kadar biz gibi hissiyatlı olduğunu görmek gerek. Büyücü de olsalar yetim bir çocuk hep o anne baba özlemini çekecek ya da âşık olacak, sevecek, arkadaş olacak. Sadece filmiyle bile o karakterler nasıl hayatımıza girdi öyle değil mi? Halbuki kitabı okuyanlar daha net fark eder ki iç dünyaları daha karmaşık, daha hüzünlü, daha heyecanlıydı… Özetle, karakterler bu kadar bizden olmasaydı belki de aynı oranda benimseyecektik bu bağlamda bakıldığında edebi yönüyle -dilini bir kenara bırakacak olursak- başarılı olduğunu söylemem gerek.
Yazarın, ekseriyetle üzerinde durduğu kavramlar ön tarafta sevgi, güven, arkadaşlık gibi pozitif duygular olsa bile arka planda ırkçılık, sınıf farklılıkları, hükmetme arzusu, güçlünün zayıfı ezmesi gibi negatif olgulardı ve bu olgular kendini alttan alta fazlasıyla hissettirdi. Serinin sonlarına doğru ise bu aksiyonlar tavan yaptı. Tüm bunların dışında hep öne çıkarılan, önemi vurgulanan, hak ettiği değeri bulması istenen kavram ise “bilgi ve bilgelik” oldu.
Bilgi, her zaman en değerli silahtı. Zira büyücülerimiz dosttular, birbirlerini korudular kolladılar ama esasen onlara kazandıran sevgi değil de bilgi oldu. Serinin her kitabında bilgiyi aradılar. Önce bilgi dediler çokça okudular ve bilgiyi kuşandılar da sonra zekâları devreye girdi. Zekâ tek başına asla yeterli olmayacaktı bunu biliyorlardı. Bakıldığında birbirine düşman karakterler aynı ölçüde zeki ve yetenekliydiler fakat hep bilge olanları bir adım öne geçti. Kaybeden hep yeteneğine ve zekasına güvendi.
Fantastik bir seri hatta çocuk kitabı olarak nitelendiriliyor olmasına rağmen çoğu toplumsal sorunun ele alındığını belirtmiştim. Irkçılık, sınıf farklılıkları, cinsiyetçilik, işkence, önyargı ve cahillik gibi toplumsal ortak sorunlar tıpkı reel dünyada olduğu gibi burada da gün yüzündedir. Özellikle ikinci seri de ırkçılık tırmanır zira safkan terimi de bu seri ile karşımıza çıkar. Doğrusu bu pencereden bakıldığında Potter evreninin gerçek dünya ile bağı yalnızca karakterleri ile sınırlı kalmadığını fark ederiz. Misal Slytherin ile sembolleşmiş olan Malfoy ve çoğu Slytherin öğrencisi sarı saçlı ve mavi gözlüdür ki bu da ırkçı Nazi Almanya’sına bir gönderme olabileceği kuşkusunu doğurur okuyucusuna ve bununla beraber bir diğer çağırışım örneği ise Muggle doğumlu büyücülere “Bulanık”, siyahi insanlara da “Zenci” hitabıdır.
Serinin üçüncü kitabında her ne kadar polisiye amaçlarla gizlenmiş olan asıl suçlunun kim olduğu gerçeği sorgulanıyor olsa da aslen bir adamın yıllarca masum olduğu halde suçlu gibi yaşayışına, bedeller ödemesine ve ruh halinin ezikliğine tanıklık ederiz. Sonuç olarak suçlu gibi gösterilen, baskı gören, katil ilan edilen bir insanın veya insanların bir gün masum çıkabileceği varsayımıyla davranışlarımızı şekillendirmemiz gerektiği düşüncesindeyim. Fanatizm, tarafgirlik ve kötülük eşiğini aştı isek zaten yapacak bir şey yok! Ne yazık ki üzülerek belirtmek zorundayım, her ülke toplumunun büyük bir çoğunluğu bu eşiği geride bırakalı epey oldu. Onlar için kurtuluş var mıdır emin değilim…
Çok dağıtmadan bir diğer önemli konu olan azınlık hususuna yapılan atıfa değinmek istiyorum. Remus Lupin bir kurt adamdır ve bu durumundan dolayı öğrencilere ya da çevreye zarar vereceği düşüncesiyle işine son verilir ve bir anlamda toplumdan dışlanır. Gerçek dünyaya dönülecek olursa aslında insanların farklı düşüncelerinden veya taleplerinden dolayı azınlıkta kaldıklarından toplumdan dışlandığını ya da yok sayılarak görmezden gelindiğini kolaylıkla fark edebiliriz. Halbuki demokrasi öncelikli olarak azınlığın haklarını korumayı amaçlardı değil mi? Demokrasi sadece sandık sonucu demek olmadığını birilerinin bizlere anlatması gerek ki birileri de o ilkeye dayanarak demokrasiyi savunduklarını iddia ederek bizleri kandırmasın…
Son olarak toplum olarak ne kadar birlikte hareket etmeye meyilli olduğumuzun bir tespitini yapmak istiyorum. Misal serinin dördüncü kitabı bir turnuva çerçevesinde şekillenir. Bir takım öğrenci ölümüne yarışırlar. Yarışırken yaralanırlar, ciddi tehlikeler atlatırlar fakat seyirciler tüm bu hayati tehlikede aksiyonlara rağmen onları izlerken müthiş keyif alırlar, alkışlarlar ve tezahürat yaparlar. Hatta ucunda ölüm olan bir oyun için bahse bile tutuşurlar. Nitekim gerçek dünyanın seyircileri de kitaptakinden farksızdır. Sürü psikolojisi ile hareket eden adeta robotlaşmış bir vaziyetle keyif alır hale gelmiş yozlaşmış toplumlarız artık. Asıl tehlikeli olan toplum iken her şeyin farkında olan birtakım insanlar tehlikeli olarak addedilir hale geldi ise geçmiş olsun. Bu konu özelinde daha fazla ekleme yapmayacağım zira siz zaten ne demek istediğimi anladınız.
Fantastik evrenin acı bir yorumlaması gibi oldu. Umarım sıkılmadan okuyup, keyif almışsınızdır. Filmi ile yetinmeyip bu evrene herkesi davet ediyorum.