Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

136 syf.
·
Puan vermedi
·
10 günde okudu
“Zamanın eli değdi bize / Çoktan değişti her şey.” demiş, Murathan Mungan. Ya da şöyle mi başlamalıydım yazıya: “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında / Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışında.” Evet, yazdığım ikinci şiir parçası B.C. Han’ın zaman anlayışını daha iyi özetliyor sanki. O halde Tanpınar’ın zaman üstüne yazdığı şiiri referans alıp Zamanın Kokusu’ndaki metinleri açıklamaya çalışayım. Yazar, zamanın geçmişten bu yana dek üç farklı görüş ile açıklandığını söylüyor. Birinci zaman anlayışı antik döneme dek uzanıyor. Bu anlayışa göre zaman döngüsel olarak yaşanıyor. Düz bir hat olarak ilerlemiyor. Aynı şeyleri belki binlerce kez yaşıyoruz hayatta. Doğup ölüyor, sonra yeniden doğup yeniden ölüyoruz. Nietzsche’nin bengi dönüş fikri gibi ya da Hintlilerin dönen tekerlek metaforu gibi. İkinci görüşe göre rönesans reform gibi devrimlerden sonra zaman düz bir çizgi halinde ilerliyor. Geçmiş, gelecek ve şimdiden oluşan bir hatta zamanla yol alıyoruz. Neyin ne zaman gerçekleşeceği aşağı yukarı tahmin edilebildiği için de o uygarlıklar hâlâ şimdiki uygarlıklar kadar huzursuz değil. Günümüzdeki toplum ise rayından boşanmış bir zamanı yaşıyor. Zaman düz bir çizgi olarak da ilerlemiyor, iç içe geçmiş bir tekerlek olarak da. Zamanın bağlı olduğu bir güç odağı, zamanın zembereğini elinden kaçırmış durumda. Zaman, parçalara hatta atomlara ayrılmış. Atomlarına dek ayrılmış zamanın artık güvenilebilecek bir durumu yok. Çünkü düz bir hatta ilerlemediği için “sadakat, vaat etme, aidiyet” gibi mefhumları içermiyor. Bu kavramlar gelecek zamana duyulan güveni gerektirdiği için çağımızda eski değerini kaybetmiş durumda. İnsanlar da bu değerlerden mahrum kaldıkları için eskisi gibi huzurlu değiller. Sadakatsizlik, özellikle aidiyetsizlik büyük bir kaygı yaratıyor. Geçmişin yerinin yurdunun yok olmasıyla bir başka problem çıkıyor ortaya. Bunu şöyle anlatabilirim ifade edebilirim: Gündüz Vassaf’ın Cehennem’e Övgü’de anlattığına göre eskiden çoğumuzun evinde tavan araları olurdu. Herkes gereksiz eşyasını oraya koyar, bir süre sonra orası bizim geçmişimizin bir vesikası olurdu. Kimsenin geçmişini kaybetmesi olası değildi. Şimdi ise evlerde tavan araları yok, dolaylısıyla geçmişimizin bir parçası da yok. Örneğin Oğuz Atay, Unutulan adlı öyküsünde eski sevgilisine tavanda rastlayan bir genç kızı anlatır. Kız, yıllar sonra tavan arasına çıkar ve kir pas içindeki eski sevgilisini görür. Geçmiş unutulmamıştır. B.C. Han’ın bir diğer görüşüne göre ise zaman zembereğinden boşanıp hızla dönmeye başlar. Bu hızla dönme esnasında birbirine benzemenin sonucunda herkes aynı şeyleri yapıp hayatta kalmayı sürdürebileceği için herkes birbirine benzemeye başlayacaktır. Örneğin Charlie Chaplin’in makine çarkı içinde dönen şu görüntüsü bunun için uygundur sanırım: youtu.be/ZdvEGPt4s0Y Günümüzde zamanın farkına varmamızı sağlayacak ender olanaklardan biri ise kokular ve tatlar olur, yazara göre. Yaşamımızın sıradan bir anında aniden aldığımız bir koku veya tat bizi geçmişe götürebilir. Geleceği, geçmişi ve şimdiyi tek potada erdirebilir. Proust’un madlen kekten aldığı ısırıkla bütün geçmişi hatırlayan karakterini buna örnek verir. Özellikle kokuyu zamanın ruhu olarak görür. Eski bir Anadolu türküsünde “aşk söyletir” diyor. Sevdiğimiz insanların metinlerini okuyunca lafı bazen uzatabiliyoruz. Bu yazı da biraz uzun oldu sanki. Murathan Mungan’ın dediği gibi “zamanın elinin herkese değmesini” diler ve “inanmayan aha dayıya sorsun” diye ekleyebilirim: youtu.be/SQnglFtGjqs
Zamanın Kokusu
Zamanın KokusuByung-Chul Han · Metis Yayınları · 2018736 okunma
··
1.066 görüntüleme
Samet Ö. okurunun profil resmi
Uzun olmamış, hatta tam kararında olmuş. Nasıl bittiğini bile anlayamadık, ee zaman göreceli tabii. Zaman eskiden önemi pek büyük bir mefhumdu. Hatta ayarlamak için koskoca enstitü kuruldu yahu! Daha sonra ne olduysa oldu, zamanı hükmümüz altına almaya çalıştık, ruhunu yok ettik. Başımıza gelenler ilk başta masumca başlayan bir 'zaman kazanma' merakının eseri. Önce makinede bir vida olduk, sonra vidaya da gerek kalmayınca evrendeki misyonumuzu sorgular hale geldik. 'Boş zaman' aktiviteleri edindik. Oysa zamanı dolu ya da boş yapan sadece yaptığımız işin piyasa ekonomisinde bir değer üretmesi midir? 'Boş' zaman yoktur yahu, zaman aynı zamandır. Ne yaptığımızdan bağımsız olarak. Ben de fazla uzatmayayım. Zamanın çocukları iken artık zamanın hükmedeni olmamız onun bütün ruhunu yerle bir etti. Zaman öldürüyoruz artık, anı yaşamanın tatminini hepten yitirdik. Elimizde bir tek madlen kek ve çocukluğumuzun kokuları kaldı. Haa bir de, arada denk gelen böyle naif incelemeler. Kalemine sağlık Barbaros hocam.
Barbaros okurunun profil resmi
Kitabı okurken Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirini hatırladım. İşaret Çocukları’nı. Çocukluğundan bahsederek kokuya dair bir hatırasıyla başlıyordu şiire: “Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan / Geçerdi babam / Başında yağmur halkaları” diye başlıyordu şiir. Geçmiş kokuyla hatırlanıyor daha çok sanırım. Zamana hükmedebiliyor gibiyiz ama asıl kölesi olduk sanırım. Bir tek kokular ve tatlar kaldı galiba geçmişten.
2 sonraki yanıtı göster
Ayşe* okurunun profil resmi
Barbaros ne güzel yazmışsın be :) senelerdir bazı özel günlerin çer-çöpünü saklarım, bir bilet, bir not, bir yaprak, bir obje o anı somut kılan her neyse, demek ki bu çabanın sebebi buymuş. Zamanı donduramasam da, yakalama isteği. Yazıyı okuyunca gözüm istemsizce ayşeninkarakutusuna gitti :)) ağzına sağlık.
Barbaros okurunun profil resmi
Benim de bir kutum vardı öyle çocukken. Sonra o ev senin bu ev benim taşınırken, farklı şehirlerde farklı evlerde yaşarken istemsizce kaybettim her şeyi. Bir de eski paralardan oluşan koleksiyonum vardı onu da bir yerlerde bıraktım. Bunlar da benim üzüldüklerim, Ayşe. Zaman yorucu ama yine de geçiyor işte ☺️
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.