Marx tarihsel oluşumun diyalektik, karmaşık ve tesadüfi karakterini şu çarpıcı formülde özetlemişti: İnsan deneyiminin ilerleyişi genelde
karanlık bir yol izlemiştir. Kölelik, büyük uygarlıkların çoğunda hâkimdir. Bu sınırlı uygarlıkların yıkılıp aşılması için devrimler ve savaşlar gerekti. Antik dünyanın toplumsal yapısındaki ve düşüncesindeki sınırların kaybolması için antikitenin çökmesi gerekti. Bu “karanlık yol” varlığı kemirir ve yok eder, onun çürümesine ve krizine yol açar, yeni bir toplumsal gerçekliğin öğelerini ortaya çıkarır. Negatif olan, başta tesadüfi bir tezahürken, ardından yeni bir öz haline gelir. İlk başta mütevazı, dışsal ve dağınık bir biçim alır. Ancak başta yalıtılmış ve güçsüz olan bu öğelerin sayısı arttıkça, yavaş yavaş gerçekliğin yeni bir düzeyi olarak ortaya çıkar. Örneğin ortaçağdaki ilk tüccarların içinden burjuvazi doğdu, ilk proleterler de, iflas etmiş zanaatkarların arasından çıktı; bunların XVI. yüzyıl başında oldukça düşük olan sayısı gittikçe arttı ve sonunda yeni bir sınıf, yeni bir toplumsal gerçeklik belirdi.