"Peki ama, nasıl tarif etmeli bu ruh sözcüğünü? İnsan istediği gibi durur ya da gider, önemli olan, insanın önünde bulunan, gördüğü, duyduğu, istediği, saldırdığı, üstesinden geldiği değildir. Asıl önemli olan, bir ufuk çizgisi ya da yarım çember olarak ileride durmaktadır; ama bu yarım çemberin uçları bir yayla birbirine bağlanmıştır ve bu yay dümdüz dünyanın tam ortasından geçip gider. Önde yüz ve eller ondan dışarı doğru bakar, duygular ve çabalar önden koşturmaktadırlar, ve şundan kimse kuşku duymaz: yapılan, her zaman mantıklıdır veya en azından tutkuyla girişilmiştir; yani dış koşullar bizden eylemlerimizi sonuçta herkesçe anlaşılabilecek bir biçim içinde talep eder, ya da tutkunun etkisiyle anlaşılmaz bir şey yaptığımızda, bunun da kendi yolu yordamı vardır.
Fakat bu arada her şey ne kadar anlaşılır ve kendi içerisinde bir bütün oluşturur gözükürse gözüksün, yine de bunlara ortada sadece yarım bir şeyin bulunduğu yolunda, bulanık bir duygu eşlik eder. Dengeden yana eksik bir şeyler vardır, ve insan, tıpkı bir ip cambazının yaptığı gibi, sendelememek için ağırlığını öne verir. Bu arada yaşamın içinden geçtiği ve ardında yaşanmışı bıraktığı için, ortaya daha yaşanacak olan ve yaşanmış olandan meydana gelen bir duvar çıkar, ve sonunda insanın yolu bir kurdun tahtanın içinden geçen, gelişigüzel dolanan, hatta geriye de gidebilen, fakat boş bir uzamı hep arkada bırakan yoluna benzer. Ve her türlü doluluğun ardında yatan kör ve her yerle bağlantısı kesilmiş uzama ilişkin bu korkunç duygudan, her şey artık bir bütün olmuş olsa bile, eksikliğini hala sürdüren bu yarımdan yola çıkışla insan sonunda ruh denenin ne olduğunun ayırdına varır."
[Niteliksiz Adam 1, Robert Musil, YKY, 11.Baskı, s. 316]