Adı Leyla'ydı. Tekila Leyla.
Öyle derdi ona arkadaşları, ahbapları ve müşterileri. Evde ve işyerinde -rıhtımın yakınlarında, lambacılarla kebapçıların ortasında, bir kiliseyle bir sinagoğun arasına sıkışmış arnavutkaldırımlı çıkmazda, yani İstanbul'un en eski genelevlerini barındıran o meşun sokakta yer alan gülkurusu renkli evde - bilinen adıyla Tekila Leyla.
Hiç istemezdi kendisinden geçmiş zaman diliminde söz edilmesini, tüm hayatı ve varlığı adeta bir masalmışçasına ondan bahsedilmesini. Zinhar razı olmazdı buna. Böyle bir şeyin düşüncesi bile kendini önemsiz ve bitik ve yenik hissetirmesine neden olurdu muhtemelen ve şu garip dünyada istediği en son şeydi böyle hissetmek. Ne yenikti o, ne bitik, ne de önemsiz.